31/2) MATURİDİLİK, EŞARİLİK VE SİYASAL İSLAMCILIK.

Yayin Tarihi 7 Aralık, 2007 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

İMAM  EŞARİ KİMDİR?  

İmam Eşari dokuzuncu asırda Irak’ta doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Bu yüzyılda İslam dünyasındaki iki büyük Kelam aliminden biridir. Onun hayatı kaynaklarda şu şekilde anlatılmaktadır:

“Ebu’l Hasen Eş’ârî’nin Doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda hicri 260, 266, 270 ve 275 tarihleri verilmiş olsa da, yaygın olan kanaata göre (260/873-74) tarihinde Basra’da doğmuştur. Eş’ari’nin hayatını, doğumundan on yaşına kadar, on yaşındanMu’tezile mezhebinden ayrıldığı zamana kadar ve bundan sonraki hayati olmak üzere üç devrede incelemek mümkündür.

1. Doğumundan on yaşına kadar olan dönem:

Bu dönem O’nun çocukluk ve ilk tahsilini tamamladığı dönemdir ki, çeşitli ilimleri tahsil etmiş ve daha ziyade babasının ahlaki ve ilmî terbiyesinde bulunmuştur.

2. On yaşından Mu’tezile mezhebinden ayrılmasına kadar olan dönem:

Otuz yıllık bir dönemi kapsayan bu dönem O’nun, üvey babası Ebû Ali el-Cubbâî (302/914-15) ile ilmî yakınlığı bulunduğu dönemdir. O Kelâm ilmini de Cubbâî’den öğrenmiştir. Fıkıh’ta Hanefi olan Eş’ârî, itikatta hocasının tesiriyle koyu bir Mu’tezile mezhebi savunucusu olmuştur.

Hicrî 300 tarihinde O’nun Mu’tezile’den ayrılarak, Ehl-i Sünnet akîdesine bağlandığı bilinmektedir.

3. Kırk yaşından ölümüne kadar olan dönem:

Mu’tezile mezhebinden ayrılıp, selef akidesi üzere geri kalan hayatini devam ettiren Eş’ârî, yaklaşık yirmi beş yıllık bu süre zarfında, bol bol eser telif etmiş ve selef akidesini müdafaa ile geri kalan ömrünü geçirmiştir. Ehli Sünnet adına üslendiği müdafaa ile büyük taraftar kazanmış ve kendisinden sonra daha da gelişecek olan Eş’ariyye ekolünün kurucusu ve temsilcisi olmuştur. Zaten bir görüşe göre Eş’ariyye mezhebi, Mu’tezile’ye antitez olarak doğmuştur.

Eş’ârî’nin doğum tarihinde ihtilaflar olduğu gibi vefat tarihinde de bir takım ihtilaflar olmakla birlikte, tercih edilen görüşe göre O, (324/936-37) yılında Bağdat’ta ansızın vefat etmiştir.”[12]

Eşari Düşünce sistemi: 

Eşari düşünceyi çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermesi açısından, Sayın Prof. İlhami Güler’in Yarın Dergisinde yayınlanan, “Ahlaksızlığın İki Muhtemel Kaynağı:Tanrı ve Din Tasavvurları” makalesine göz atmakta yarar var:

“Rahman ve Rahim Olan Allah’tan, Hikmetinden Sual Olunmayan Allah’a

Kur’an’ın tasvir ettiği Allah, insanın tapınma, boyun eğme, itaat etme ve saygı göstermesini kendinde bulundurduğu ve insanlara gösterdiği adalet, rahmet ve sevgiden alır. Mu’tezile (adalet), Maturidîlik (hikmet), Tasavvuf (sevgi, rahmet) Allah’ın bu niteliklerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır.  Sünnîliğin yaygın tasavvurunu  oluşturan Eş’ârîlik ise Allah’ı bu niteliklerini bastıran ve kayıtsızlaştıran kudret (güç) sıfatını ön plana çıkarmıştır. “Hikmetinden sual olunmaz” Allah imajı böylece oluşmuştur. Burada Allah’a boyun eğmenin meşruiyeti, O’nun denetimi elinde bulundurmasından ve mutlak egemenliğinden kaynaklanır. Buradaki otorite imajı “Böyle yapacaksın” şeklindedir. Bu, Allah isterse “insanı it eder kuyruk takar”; ekmeği haram, içkiyi helal edebilir; insana gücünün yetmeyeceği şeyleri teklif edebilir; mü’minleri cehenneme kâfirleri ise cennete gönderebilir… Keyfema yeşa mülkünde istediği tasarrufta bulunabilir. Çünkü Eş’ârî’ye göre Allah için adalet ‘mülkünde istediği gibi tasarrufta bulunması’dır.” 

“Bu insanın Tanrı’yla ilişkisi güç ve korku (cennet-cehennem) temeline oturtulduğu için, kendi denetimi altında bulunanlara aynı ilişkiyi yansıtmayacak mıdır? Meşru olmayan dinsel şiddet nereden kaynaklanıyor? Dinsel fanatizm ve bağnazlığın kaynağı burası değil mi?”[13] 

Böylece yaşama ilişkin her türlü sorunun çözümü “fetva” yoluyla müftüler aracılığı ile kitapta aranmıştır. Hz.Muhammed’in “Sen yine de en son mercî olarak kalbine, vicdanına danış” öğüdü unutulmuştur. Kitabın, kitapların ve fetvaların her yeri mutlak tahakkümü altına aldığı yerde artık insan aklının ve vicdanının esamesi okunmayacağı ortadadır.”[14]

Eşari’ninEserleri: 

Ehli sünnet itikadının iki büyük kelamcısından biri olan Eşari’nin kaynaklarda zikredilen eserleri aşağıdaki gibidir. 

“Eş’ârî’nin eserlerini kaynaklarda zikredilen konularına göre su gruplara ayırarak ele almak mümkündür:

a) Kelâm ilmiyle ilgili olan ve özellikle Mutezileyi reddi hedef alan eserler.

b) Filozoflar, Tabiatçılar, Dehrîler, Brahmanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar gibi cereyanları reddeden eserler.

c) İslâmî ve gayr-i İslâmî fırkaların görüşlerini reddetmeksizin nakleden Makâlât kitapları.

d) Tefsir, Hadis, Fıkıh ve diğer İslâmî ilimler sahasında meydana getirdiği eserler

Eş’ârî’nin eserleri konusunda bazı şeyler söylemek mümkündür. Şöyle ki; O’nun hayatında iki ayrı dönem olduğu bilinmektedir. Acaba hangi eser hangi döneme aittir? gibi sorular zihinleri meşgul etmektedir. Ancak, burada bilinen bir husus vardır ki, o da, Eş’ârî’nin, Mu’tezile’den ayrıldıktan sonra kaleme aldığı bir çok kitapta eski mezhebinin yanlışlığını ve sakat taraflarını ortaya koyması ve dolayısıyla eski yazdıklarını reddetmesidir. Zaten bugün elimizde Eş’ari’ye ait olarak bulunan eserler fazla değildir ve hepsi son dönemlerinde kaleme alınmıştır.

I. Bugün mevcut olan eserleri: 

1. el-Ibâne ‘an Usûli’d-Diyâne

2. el-Lum’a fi’r-Reddi ‘Alâ Ehli’z-Zeyga ve’l-Bid’a

3. Makâlâtu’l-Islâmiyyin

4. Risâle fî Istihsâni’l-Havz fi’l Kelâm

5. Risâletü’l-Imân

6. Risâle Ketebe Bihâ Ilâ Ehl’s-Sagr Bi Bâbi’l-Ebvâb

II. Diğer Eserleri:

1. Kitâbu fi Halki’l-A’mâl

2. Kitâbu fi’l-Istitâ’a

3. Kitâbu fi Cevâzi Rü’yetullah bi’l-Ebsâr

4. Kitâbu fi’r-Reddi Ale’l-Mücessime

5. Kitâbu fi’l-Cisim

6. Kitâbu fi’l-Istihsâd

7. Kitâbu fi’r-Rü’yet

8. Kitâbu fi’r-Reddi Ale’l-Felâsife

9. Kitâbu fi’l-Imâme

10. Kitâbu fi Mütesâbihi’l-Kur’an

11 . Kitâbu fi Ef’âli’n-Nebî

12. Kitâbu fihi Beyâni Mezhebi’n-Nasârâ

13. Kitâbun Kebîr fi’s-Sifât

14. Kitâbu Ale’d-Dehriyyin

15. Kitâbu’r-Redd ‘Alâ Makâlâti’l-Felâsife

16. Izâhu’l-Burhân fi’r-Reddi ‘Alâ Ehli’z-Zeyg ve’t-Tugyân

17. es-Serh ve’t-Tafsil fi’r-Reddi Alâ Ehli’l-Ifk ve’t-Tadlil

18. el-Muhtasar fi’t-Tevhid ve’l-Kader

19. en-Nevâdir fî Dakâiki’l-Kelâm

20. Kitâbu Tefsîri’l-Kur’ân: Bu eserin yetmis cilt oldugu söylenmektedir.”[15]

EŞARİ DÜŞÜNCENİN GÜNCEL YANSIMASI  YA DA SİYASAL İSLAM! 

Seyyid Kutub’un “Yoldaki  İşaretler” adlı kitabının, Eşari düşüncenin, günümüze yansıyan en güçlü yüzü, ya da yorumu olduğu bilinmektedir. Buna göre, mevcut bulunan tüm yönetim biçimleri, insan yaşamının en ince ayrıntılarını bile İslam’a göre düzenlemek zorundadır. Hem de hangi İslam yorumuna göre biliyor musunuz? Eşari’nin aklı devre dışı bırakan ve her şeyden Allah’ı sorumlu tutan İslam yorumuna göre! Eğer yönetimler bunu yapmıyorsa “İslam dışıdır.” Yani kafirdir. Bu nedenle de Seyyid Kutub’un (Dolaysıyla İmam Eşari’nin) felsefesini benimseyenler, yaşama bugünkü yaklaşımlarıyla “Siyasal İslamcı” olarak adlandırılmaktadırlar.  Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundaki temel inanç sistemi Hanefi-Maturidi inanç sistemidir. Bunu nereden anlıyoruz? Atatürk’ün Diyanet İşleri Başkanlığını kurmasından ve bu kuruma, Hanefi-Maturidi inanç sistemini esas olarak alması için verdiği talimattan! Peki, Atatürk’ün bu talimatına uyulmuş mudur, uyulmamış mıdır orası tartışılır. Eğer bu talimata uyulmuş olsaydı, bugün herhalde bu noktada olmazdık. Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra oluşturduğu hiçbir kurumu iş olsun diye kurmamıştır. Bu oluşumların hepsinin altında, Türk Milletinin  haklı ve köklü bir gerçeği yatmaktadır. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi gibi kurumların oluşturulmasının ana nedeni budur. Ancak, demokrasinin kendilerine tanıdığı haklarla geldikleri noktada, demokrasinin değerini anlayamayanların, Eşari düşünce saplantısından kendilerini kurtaramayanların geldikleri nokta, İmam Eşari’den bin yıl sonra, onun çizgisinde aynı noktadır. Bu düşüncede olanlar, kendileri gibi düşünmeyenlerle sürekli bir çatışma içindedirler. Bu çatışmayı sürdürmek zorundadırlar. Eğer sürdürmezlerse, kendilerini de tekfir etmek zorunda kalacaklardır. Çizgileri bu derece keskin ve tartışmaya kapalıdır. 

Geçmişte İmam Eşari’nin, günümüzde de onun yolundan giden “Siyasi İslamcıların”  (Seyid Kutub vb.) hakim kılmaya çalıştıkları İslam anlayışında, “…hayatın her alanında toplumun karşılaşacağı bütün sorunları Allah’ın maksadına uygun olarak çözümleme görevini müçtehitler (İslam âlimleri) üstlenecek. Ekonomi, hukuk, dış ve iç politika, strateji, bilim, teknoloji, eğitim vb. tüm alanlardaki tüm çalışmalar, kararlar ve uygulamalar, bu konuları hakkıyla bilmesi mümkün olmayan ulemanın onayına tabi olacak. Devlet politikasından bireyin özel yaşamına kadar bütün faaliyetler din âlimlerinin fetvalarıyla çerçevelenecek. Oysa İslam ruhbaniyet, teokrasi, ruhani hükümet, kilise gibi kavram ve kurumları reddeder. Dinimiz bunları şirk (putperestlik) kurumları olarak nitelendirir. Kuran’da geçen ‘din adamlarının ilahlaştırılmasının’ nasıl olacağı sorusuna Hz. Peygamber’in getirdiği tanım çarpıcı: ‘Din adamlarının serbest bıraktıklarını helal, karşı olduklarını haram görmek, onları ilahlaştırmaktır.’ (Tirmizi, Tefsiru’l Kuran, 9). Burada şirkin kriteri din adamlarına fiilen tapmakta veya onların verdiği hükümlerin dine uygunluk derecesinde değil, kullanılan yetkinin geçici de olsa bağlayıcı sayılmasındadır.”[16]

İşte, İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi büyük bir alimi şehadete taşıyan düşünce, bu tertemiz ve gerçek İslam düşüncesidir. Yani, kula kul olmak yerine Allah’a kul olmayı tercih etme düşüncesidir. Eğer İmam-ı Azam çağdaşı olan tağutların isteklerine uygun fetvaların altına imzasını atmış olsaydı, zindanlar yerine saraylarda yaşayacağını, bir eli yağda, bir eli balda bir hayat süreceğini biliyordu. Ancak bunlara karşılık kendisinin de bir canlı put olacağının bilincindeydi. O büyük insan kula kul olmak yerine Allah’a kul olmayı tercih etti. Bu tercihi de zindanlarda şehit edilmesine neden oldu. Ona bu kötülüğü yapmakla da kalmayan canlı putlar, onun altına imza atmamak uğruna canını verdiği zulüm fetvalarını, onun ölümünden sonra, “İmam-ı Azama ait fetvalar” olarak yayınlamaktan da çekinmediler. Çünkü onlar kendilerini ilah olarak görüyorlardı. İşte Allah’ın kullarına bahşettiği en büyük kıymet olan akıllarını inkar ve iptal edenlerin dinde gelecekleri son nokta burasıydı. 

Bu konuda, Uygar Aktan’ın şu sözlerine hak vermemek mümkün mü?

“…en iyi niyetli müçtehitler bile, bütün temel konularda nihai onay mercii gibi içtihat verirlerse tağut (canlı put) olurlar ve onlara itaat edenler de müşrik (putperest) olmaktan kurtulamazlar. İslam kulun kula kulluk ettiği bütün saltanatları yıkmak üzere inmiştir. Buna ister ismi rahip, haham, papa olsun, ister müçtehit, ulema, fukaha olsun, din sınıfının saltanatı da dahil. Âlimin görevi halkı aydınlatmaktır, ona hükmetmek değil. Çünkü ‘Hüküm Allah’ındır’ (En’am 57, 62; Yusuf 40, 67; Kasas 70, 88; Gafir, 12) ve müçtehidin görevi hükmü Allah’a havale etmektir, onu gasp etmek değil. Ama teolojiniz ne ise ideolojiniz de ona göre şekillenir.

Selefi devrimciliğe heveslenmeden, tevhit bilincine dayanan ahlaklı bir toplum inşa etmek en zahmetli, ama en büyük zaferdir. Bu zaferi kazanmak için Kutub’un Tekfir-Hicret-Cihat döngüsünü kırıp, yerine Tevhit-Ahlak-Adalet üçlüsünü yerleştirmek gerek. Bireyin kalbine yerleşen tevhit bilinci topluma ahlak olarak, devlete de adalet olarak yansır. Çünkü ahlaklı bir toplumun fertlerinin yöneteceği devlet, ismi ne olursa olsun, mutlaka adaletli olur. O zaman da Cumhuriyet’in mahkeme duvarlarında Atatürk büstünün altındaki Hz. Ömer’in ‘Adalet Mülkün Temelidir’ sözlerinde ifadesini bulan Allah’ın en büyük muradı zaten gerçekleşmiş olur.”[17]

Bu konuda, Atatürk ve Cumhuriyetle uğraşmayı inandıkları dinin (İslam’ın demiyorum) birincil gayesi haline getirenlerin, ne Atatürk’ten, ne de Cumhuriyetten ne de İslam’ın özünden haberleri var. Bütün dinlerin ve insanlar tarafından ortaya atılan bütün rejimlerin ana gayesi “insanın mutluluğunu sağlamaktır”. Ama bunu yapabilirler veya yapamazlar o ayrı! Yönetim mekanizmasının başında “insan” unsuru bulunacağına göre, ne dini, ne de beşeri kaynaklı hiçbir yönetim şekli bu konuda sonsuza dek başarılı olamamıştır. (Eğer nesiller değiştikçe fikirler değişmeseydi, ya da Allah insanları özgür iradeleri ile baş başa bırakmasaydı, kimi kaynaklara göre 124 bin, kimi kaynaklara göre 128 bin peygamber gönderir miydi Allah?) Olamaması da doğaldır. Çünkü yöneten ve yönetilen insandır. Ancak, şurası da inkar edilemez bir gerçek ki, Türk Milletinin hayata bakış felsefesi, bahsettiğimiz mutluluğu yakalayabilmenin şifresini kırmıştır. Bunu en iyi dile getiren de Yunus Emre olmuştur. Ne diyor Koca Yunus:

“Elif okuduk ötürü,

Pazar eyledik götürü,

Yaratılanı hoş gör

Yaratandan ötürü.”

Veya;

Cümle yaratılmışa,

Bir göz ile bakmayan,

Halka müderris ise,

Hakikatte asidir.”

Yunus’un o arı-duru Türkçe’siyle söylediği, değeri ölçülemeyecek kadar kıymetli sözleri anlayamayan / anlamayan / anlamak istemeyenlerin;  Atatürk’ün, masraflarını bizzat karşılayarak, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kuran’ın, Meclis kararı ile dokuz ciltlik Türkçe meal ve tefsirini yaptırmasını ve on bin adet bastırarak ülkenin en ücra köşelerine kadar göndermesinin ne anlama geldiğini anlamasını, Diyanet teşkilatını kurmasını ve bu kuruma Hanefi-Maturidi İslam düşüncesini esas alması için talimat vermesini, Maturidiliği İtikatta mezhebimiz, Hanefi mezhebini amelde mezhebimiz olarak topluma kabul ettiren Osmanlı kafa yapısının, medreselerde Maturidi düşünceyi dışlayarak ısrarla okuttuğu Eşari düşüncenin koskoca bir imparatorluğu nasıl bitirdiğini anlamasını beklemek için herhalde biraz saf olmak gerekecektir.

Günümüz dünyasında Eşari düşünceyi İslam toplumlarına dayatan canlı putların, en son geldikleri noktalarda, İslam düşmanı haçlıların elinde nasıl birer kuklaya dönüştüklerini, birer oyuncak olduklarını göremeyen kaldı mı acaba? Bütün bunlara rağmen, kurtuluşumuzu bize yabancı felsefelerde arayanların iyi niyetinden artık şüphe ediyoruz. Millet ve devlet olarak kurtuluş reçetelerimizin kendi değerlerimiz olduğunu tam manasıyla anladığımız gün, her şey hallolmuş olacaktır. İşte, İmam Maturidi bu açıdan değerlendirilmelidir. Ve Atatürk’ün bu konudaki talimatı ciddi olarak gündeme getirilmelidir. Bugün yaşadığımız pek çok sorunun çözümü buradadır.

 Muharrem KILIÇ

10.Kasım.2006 / İstanbul


[1] İbrahim Bıçakçı, “İmam Maturidi” adlı makale, http://www.enfal.de/ecdad85.htm

[2] Muhiddin Bağçeci, “Maturidi Mezhebi” adlı makale, http://www.muslumangenc.com/tarih/orta33.htm 

[3] İbrahim Bıçakçı, http://www.enfal.de/ecdad85.htm 

[4] A.g.m

[5] Akif Coşkun, “İslam İtikadında Ebu Hanife’nin Tesiri ve İmam Maturidi”adlı makale. http://www.yeniumit.com.tr/konu.php?konu_id=359&yumit=bolum2

[6] İbrahim Bıçakçı, “İmam Maturidi” adlı makale, http://www.enfal.de/ecdad85.htm

[7] Muhiddin Bağçeci, MaturudiMezhebi” adlı makale, http://www.enfal.de/orta33.htm

[8] Dr. M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu:8, 1984, İstanbul, s. 289

[9] A.g.e. 290

[10] Dr. M. Sait Yazıcıoğlu, Maturidi ve Nesefi’ye Göre İnsan Hürriyeti Kavramı, M.E.B. Yayınları, 1992, s. 95, 96

[11] Dr. M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu:8, 1984, İstanbul, s.260, 261, 262, 263

[12] Abdurrahim Güzel, “İmam Eşari” adlı makale, http://www.enfal.de/esari.htm

[13] Prof. İlhami Güler, “Ahlaksızlığın iki Muhtemel Kaynağı: Tanrı ve Din Tasavvurları” adlı makale, http://www.yarindergisi.com/yarindergisi2/yazilar.php?id=400

[14] A.g.m.

[15] Abdurrahim Güzel, “İmam Eşari” adlı makale, http://www.enfal.de/esari.htm

[16] Uygar Aktan, “İdeoloji,Teoloji ve Devlet” adlı makale. 12.11.2004, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=134059

[17] A.g.m.

YAZININ ÖNCESİ: http://www.yenidenergenekon.com/311-maturidilik-esarilik-ve-siyasal-islamcilik/

Paylaş:

Yorumlar

“31/2) MATURİDİLİK, EŞARİLİK VE SİYASAL İSLAMCILIK.” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. 31/1) MATURİDİLİK, EŞARİLİK VE SİYASAL İSLAMCILIK. : Yeniden Ergenekon yorum tarihi 14 Kasım, 2010 15:35

Yorum yap