29) TÜRKİYE’Yİ HEDEF ALAN, VİCDANİ RED !

Yayin Tarihi 6 Aralık, 2007 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

 

TSK’yi ve Ulus Devleti Hedef Alan Vicdani Red

KAAN TURHAN

10.01.2007


Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türk Ulusu’nun gözündeki yüksek değerini ve ulusla bütünleşmiş yapısını ortadan kaldırmaya, yeni liberal akım etkisi doğrultusunda ulus devletleri yıpratarak, küresel finans kapitalin faşist uygulamalarını Türk Ulusu’na dayatmak yoluyla Türklüğün, Türk Ulusu’nun ve bu erdemleri yaşatmakla yükümlü Kemal’in Ordusu’nun tasfiye edilmesinin bir başka adıdır: Vicdani Red

image00212.jpg

       TSK’nın hedefe konulması kuşkusuz vicdani retçiler hareketiyle başlamadı. Vicdani red boyutunda, Türk askerinin devreden çıkmasının sağlanması Türk tarihinde yoktur. Türklerin özündeki “avcı toplum” olma özelliği, onları, asalak yaşayan, vatanına ihanet eden ve hainlikle bir hareketi bastırmaya çalışanlara karşı vatanın müdafaasını zorunlu kılmıştır.

Türk Ulusu’nun topyekûn hareketiyle kurulmak üzere yola çıkılan Cumhuriyet için kongreler düzenleyen Kemalist devrim, bir yanda da bağımsızlık ateşini söndürmeye, düşmanla işbirliği yaparak, yeminli olan şeriatçı, bölücü ve bazı sol örgütlerle de mücadele etmekteydi. Türk tarihinde belki de “vicdani red” hareketinin ilk görüldüğü dönem, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda olmuştur.

 Sivas, Erzurum, Amasya kongrelerini düzenleyerek, Cumhuriyet fidanlarını diken Türk Ulusu karşısında, her türlü desteği dışarıdan alan örgütlerden birisi olarak Yeşil Ordu Cemiyeti bulunmaktaydı. Bu örgüt hakkında devrim şehidi Dr. Necip Hablemitoğlu, yüksek lisans tezinde şunları söylemektedir: “Mehmetçik cephe boylarında can verirken, yayımladıkları Beyanname, Talimatname ve Nizamname gibi propaganda materyalleriyle savaşa, askerliğe ve muntazam orduya karşı çıkarak işçileri ve köylüleri “kızıl bayrak” altında toplanmaya çağıran; Atatürk‘ün orijinal tabiriyle “ecnebi mahfillere casusluk eden” Yeşil Ordu Cemiyeti, aynı zamanda, faaliyetleri kesinlikle yasaklanmayan Marksist teşkilatların devletin başına ne dertler açabileceğine tipik bir örnek oluşturmaktadır.”

       Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, devrim sürecini “devrimcilik”(?) adına baltalamak isteyenler amaçlarına ulaşamayarak tarihin karanlık sayfalarında yerlerini almışlardır. Kemalist devrim başarısını her alanda göstermiştir…..

Günümüzde, 21. Yüzyıl Türkiye’sinde dünyanın baskın emperyalist güçleri olan AB’nin ve ABD’nin baskıları ve kışkırtmaları yoluyla vicdani red tekrar gündeme gelmiştir. Bu kez de kökü dışarıda olarak. Türkiye’yi her türlü etnik ve dini azınlıklar yaratmak yoluyla, ulus devleti ortadan kaldırarak, Batı kapitalizminin sömürü bahçesi haline getirmek isteyenler vicdani reddi de bu amaçları çerçevesinde kullanmak istemektedirler. Ve denilebilir ki vicdani red Türkiye’de, TSK’yı hedef almış olmakla birlikte temel amacı ve ulaşmak istediği son aşama ulus devlet yapısını ortadan kaldırmaktır. Vicdani redde ilişkin söz söylerken, bu kökü dışarıda harekete destek veren şu isimler önünüze dökülmektedir:

Taha Parla, Yalım Eralp, Kürşat Bumin, Hadi Uluengin, Ahmet Hakan, Mehmet Altan, Ertan Keskinsoy, Hasan Cemal, Murat Kanatlı, Sevgül Uludağ, Ayşe Düzkan, Pakize Suda, Ali Bayramoğlu, Gülay Göktürk, Perihan Mağden, Murat Belge, Resul Tosun, Hüsnü Öndül, Yıldırım Türker, Oral Çalışlar, Selçuk Gültaşlı, Nabi Yağcı, Ayşe Kulin, Orhan Pamuk, Nuray Mert, Melek Göregenli, Coşkun Üsteci, Sinan Yılmaz, Etyen Mahçupyan.

İsimlerin yanı sıra örgütler ve yayın organları da şöyle sıralanabilir:

 İnsan Hakları Derneği, Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi, Mazlumder, Yeşiller, Kaos GL, Bianet, Birgün, Cumhuriyet Dergi, Radikal, Küresel BAK.

 Daha ismini sayamadığımız numaralı cumhuriyetçi, şeriatçı ve sözde demokrat. Tümü de Türklüğe karşı, Kemalist devrimle hesaplaşma içinde ve ulus devlet yapısını ortadan kaldırmaya kararlı ancak hepsi de aydın(?), demokrat(?). ….

Sivil İtaatsizlik ve Vicdani Red

       Vicdani red konusu, kimi çevrelerce “sivil itaatsizlik” olarak tanımlanmaktadır Kısaca sivil itaatsizlik kavramının öğeleri şöyledir: “yasaya aykırılık, şiddetsizlik, kamuya açıklık, hukuk devleti idaresine dayalı bir siyasi ahlaki güdüleme, çiğnenen pozitif hukuk normunun yaptırımına katılma ve katlanma” olarak belirtilmektedir….

       Sivil itaatsizlik görüldüğü gibi “müeyyidesinden korkmaksızın kanunlara direnme isteğini” varsaymaktadır…..

Vicdani red hareketi Türkiye’de PKK terör örgütü dahil bir çok bölücü örgütten ve İsrail, Almanya gibi Türklük karşıtı ülkelerden desteklerle, Türkiye’nin üniter yapısını ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle de sivil itaatsizlikteki gibi ne karşı tarafa saygı vardır ne de haklılık vardır. Var olmasını borçlu olduğu ülkenin bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini yıkmaya odaklanmış bir hareketin masun bir sivil itaatsizlik örneği olarak nitelendirilmesi en hafif deyimle saf dilliliktir. Kaldı ki arkasına PKK gibi bir terör örgütünün söylem ve eylemleriyle desteğini almış bir hareket ne bir sivil itaatsizlik hareketi ne de sivil toplum hareketi olarak değerlendirilebilir…..   

Bölücü NGO’lar ve Vicdani Red   

    Söylenenleri ve köşe yazarlarının TSK’yı yıpratma ve ulus devleti zayıflatma yönündeki yazılarına değinmeden önce, TSK’nın son dönemde siyasal islamcı AKP iktidarının hükümet ettiği dönemde çeşitli entrikalarla nasıl dize getirilmek istendiğini vurgulamak önem taşımaktadır.

 TSK’nın terör örgütü PKK’yla ve Irak’ın kuzeyinde oluşturulan güdümlü etnik devletle mücadelesine set çekmek, Org. Yaşar Büyükanıt‘ın Genelkurmay Başkanı olmasının önünü kapatmaya çalışan çevrelerin eylemleri uzun süredir görülmektedir. Ancak başat görünümlü olaylar şöyle sıralanabilir: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın‘a yapılan komplo, Van savcısı Ferhat Sarıkaya‘nın Şemdinli iddianamesiyle Büyükanıt paşaya kadar TSK’yı sorumlu tutma girişimi, olayın Jandarma’da görevli iki astsubaya ihale edilmek istenmesi ve astsubayların 39,5 yıl hapis cezasına çarptırılması; Danıştay’a yapılan saldırı ardından olayı TSK’ya yıkma girişimi, Atabeyler gibi sözde “çeteler”le olayın ardında TSK mensuplarının olduğunun ispatlanmaya çalışılması ve son olarak emekli generallerden Altay Tokat‘ın TSK’yı tokatlayarak, “..sivil görevlileri, hakimleri, savcıları rehavete kapılmamaları amacıyla birkaç bombayla uyardığını” söylemesiydi….    

Siyasal İslamcılar, Liberaller ve Vicdani Red      

       Bir ulusun kültürlenmesi, kültürel geçmişi ve geleceği aidiyetiyle ve var oluşunun bu topraklar üzerinde olmasıyla biçimlenmektedir. Sözünü edeceğimiz liberal, siyasal İslamcı sözde aydınların bu süreçteki işleviyse; kültürel değerlerin içinin boşaltması olarak görünmektedir. İşlevin temel görünümü: Batı kapitalizminin ve kurumlarının, çıkarları çerçevesinde üretilmiş olduğu bazı kavramları ve tanımlamaları olduğu gibi aktarmaktır. Bu görünüm içinde vicdani ret kavramı da tamamen batı emperyalizminin   tezgahında üretimi yapılmıştır. Bu görünümlere kısaca bakmakta yarar vardır.

….. 

       Sami Selçuk, bir yazısında Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi için, 301. maddeyle AB üyeliğinin tehlikeye girmesini son derece akıllıca(?!) bağdaştırarak, şunları dile getirmektedir: “yazarlarımız, aydınlarımız inandıkları gerçekleri dile getirmekten korkacaklar, toplumsal gelişme ve bilim duraklayacak, AİHM önünde düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal açısından rekorlar kıran Türkiye, bunlara yenilerini ekleyecek, dünyadaki saygınlığını yitirecek, AB’nin dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.” 

       Türk askerinin AB’ye bakışını incelediği(?) yazısında Hasan Cemal: “asıl sorun süreçte yatıyor! Diyen sivil asker “kızıl elmacılara” kulak vermeyin. Onların derdi süreç ya da süreçteki bazı güçlükler değil, bunların öne sürüp Türkiye’nin Avrupa yolculuğunu torpillemektedir” diyerek kendi körü körüne AB’ye bağlanma faşist sevdasını örttüğünü sanmakta ve ulusal duyarlık göstererek Türkiye’nin sömürgeleşmesine karşı tavır koyanları bir çırpıda karalayabildiğini sanmaktadır!

….. 

       Fetullah Gülen‘e yakın olan Zaman’da yazan Ahmet Turan Alkan, Türklüğe şöyle saldırmakta ve Türk ulusunu şu şekilde asalakmış gibi gösterebilmektedir : “nüfus sayımlarının yetersizliğinden ötürü Türk, tarihsizdir. Aristokrasisi, burjuvazisi yani hafızası yoktur. Türk, kendini gölün suyundan bir damla gibi kültürel bağlanışlarla Türk hisseder ve bu duygu ona kafi gelir. Türk’ün şuuraltında devlet, bir dam altında, gölgeliğe benzer” 

       Türklük ve Kemalizm düşmanlığı yapan Murat Belge bir yazısında, TSK karşıtlığını şöyle vurguluyordu:

“Türkiye’de, “Türk asker doğar” diye yaygın bir inanç vardır..birkaç bin yıldan beri “devlet” ve “ordu” sahibi olduğumuzu iddia eder ve bununla kıvanç duyarız. Oysa bunlar ne bizim ne de başkalarının geçmişten bugüne gelen özelliklerimizdir. “Militarist” ideolojinin kendisi “modern ordu”nun ortaya çıkmasıyla birlikte oluşmuş bir şeydir ve oluştuktan sonra da bizimki gibi bazı ülkelerde, böyle bir “askeri tarih” icat etme adetini başlatmıştır.

, ve Emniyet içindeki Fetullahçı yapılanmanın TSK’ya karşı alternatif silahlı güç olarak tasarlandığı raporlarla sabit olan bir gelişmeye paralel olarak TSK’yı eleştiriyordu… Kaldı ki Murat Belge, bundan 10 yıl kadar önce, PKK’nın eylemlerinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemde, terörist başı hain biri için övgüyle söz edermişçesine şunları yazmaktan çekinmiyordu: “..Türk birlikleri kürt alanlarında hektarlarca ormanlık araziyi yaktılar. Bunun motivasyonu öncelikle “askeri”ydi; gerillalar böylelikle bu ormanlara saklanma imkanı bulamayacaklardı. Şimdi genç Kürtlerin ülkenin Batı taraflarında ormanlar yaktığını duyuyoruz; buradaki motivasyon askeri değil ama intikam. Düşmanınızın ülkesine zarar vermenin bir yolu…PKK lideri Öcalan, bir tek şey için eleştirilebilir; Türkçe konuşup yazdığı için. Bu, insanı Türk gibi düşünmeye sevk edebileceği için kötü ve tehlikelidir.

….. 

       Bugün gazetesinde yazan Gülay Göktürk, vicdani redde ilişkin dahice(?!) öneride bulunuyordu: “yapılabilecek tek şey, zorunlu askerliği bir an önce kaldırmak, en kısa zamanda profesyonel orduya geçmektir.Göktürk, sanki, Amerikan paralı, askerlerinin vatan bilincinden yoksun güdümlü konumu ve duruşunu; Türk Silahlı Kuvvetleri’yle karıştırmak isteyenlerin değirmenine çalışmaktadır…

….. 

Radikal’den Yıldırım Türker, Türklüğü ve Türk tarihini hiçe sayarak

şunları anlatmaktaydı: “gün gelecek, insanlık tarihinin yeniden yazımında kahramanlıklarıyla göğsümüzü kabartanlar; arkalarına adsız şehitlerin dev gölgesini almış, savaşlarda kazandıkları madalyalarla süslü göğüsleri, apoletleri, apoletlerle ağırlaşmış omuzlarıyla muzafferler olmayacak. Tarihin şu insana dar gelen loş döneminde her şeyi göze alarak vicdani red hakkını savunan; direnişleriyle insana ve vicdana selam yollayanlar olacak” O günün, batı emperyalizminin Türk bayrağını ve Milli Misakı ortadan kaldırdığı gün olacağını da ben söylemek istiyorum! 

…..  

       Türkiye’yi açık biçimde hançerleyen Orhan Pamuk, Perihan Mağden‘e destek çıkarak şunları söylemekteydi: “bundan 125 yıl önce, Tolstoy’un da ülkesindeki vicdani retçilere destek çıktığını ve başının Rus Çarı’yla hiçbir derde girmediğini unutmayalım

 Rus Çarı’yla Türk yetkililerini karşılaştıran Pamuk, 1 milyon Ermeniyi katlettiğimiz yolunda açıklama yapmıştı.   

Siyasal İslamcılar ve Vicdani Red

Siyasal İslamcılar açısından, şeriatçı akımlara karşı laiklik ve güdümlü cemaatçi yapılara karşı da ulus devlet savunusunu vurgulayan TSK’nın etkisizleştirilmesinin ve belki de TSK’nın başına geçirilecek en büyük çuvalın bu olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. 

…..

       AKP milletvekili olan Resul Tosun, Albayrakların Yeni Şafak’ında şunları söylemekteydi: “Demokrasinin temel unsuru olan halk iradesinin yansıdığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hemen yanı başında yer alan Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Harp Okulu hiçbir AB üyesi ülkede benzerine rastlanmayan bir görüntü vermektedir. AB tarafı Türkiye’de askerin siyaset üzerindeki etkisini sık sık gündeme getirmektedir. Müzakere sürecinde bunlar gündemden düşecek gibi de gözükmemektedir. Bence bunlar gündeme gelmeden Genelkurmay’ımız (Genelkurmay’ımız şu anda zaten demokratikleşme sürecine gereken katkıyı sağlamaktadır) muhafız alayını meclisten çekmeli, Kara Harp Okulu’nu başka bir şehre veya en azından şehir dışına çıkarmalı, Kuvvet Komutanlıklarını daha sakin semtlere taşımalı ve Ankara’nın sivil görünüm kazanmasına yardımcı olmalıdır.[580] Tosun, Türk Ulusu’nun bir milletvekili, TBMM üyesi ve AKP’li. Siyasal İslamın önemli bir yansıması olarak değerlendirmeye alınacak bu yazısı, Genelkurmay Başkanlığı tarafından “münferit bir hezeyan” olarak, en hafif deyimle, kınanmıştı. Ancak bu durum ne Tosun‘un ne de AKP’nin Cumhuriyet’le ve Cumhuriyet kurumlarıyla hesaplaşmasının bittiği noktadır.

….. 

       Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin de vicdani reddi savunmaktaydı. Bumin şunları söylemişti: “vicdani red hakkının Türkiye’de ‘henüz üzerinde düşünülecek bir konu’ olmadığı da nereden çıktı? Niçin düşünülemezmiş? Vazgeçtik uygulamasından, düşüncesi de mi yasak yani? Sizi bilmem ama ben tam aksi kanaatteyim; bal gibi düşünülebilir ve ‘silah’ ve ‘üniforma’ meraklısı bir medyanın eline düşmek gibi kötü bir kaderi paylaşan okurlar

ve izleyicilerin ruh sağlığına bu yönde bir fikriyat çok da iyi gelir doğrusu.” 

       Mehmet Barlas da Yeni Şafak’taki yıllarında: “Türkiye’nin genlerindeki ‘kökten devletçi’ bilgi, zaten ‘sivil’ olan her şeyin ezilmesini, susturulmasını doğal karşılamakta..” demekteydi.

…… 

       Ateşli numaralı cumhuriyetçi ve siyasal islamcı Ali Bayramoğlu da Cumhuriyet’e ve Kemalist devrime kin kokan yazısında şunları söylemekteydi: “fikri olarak, ‘savaş’, ‘tehlike’, ‘topluma ve siyasete duyulan güvensizlik’ üzerine oturan, değişimin ana merkezi olarak devleti gören, devlet iktidarının kontrolünü tek siyasi amaç haline getiren, böyle yaptıkça devletçiliği mutlaklaştıran bu model, olağan ya da olağanüstü her yeni dönemde yeni gerekçelerle pekiştirilecek, meşrulaştırılacak ve yeni unsurlarla yasallaştırılacaktır. Öykü 80 yıllıktır. Ama meselemiz işte budu..” AKP’nin bir kolunun “80 yıllık karanlığa son” pankartlarıyla ilçelerde dolaşmasının, gazetedeki yansıması; Bayramoğlu aracılığıyla olsa gerektir! Bayramoğlu bir söyleşisinde de: “Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde birkaç tane paket çıkarıldı. Kendi konumumuz açısından baktığımızda hangisi Türkiye’ye, Türklere zarar verdi? Hangisi Müslümanlara zarar verdi? Aslında hepsi faydalı şeyler oldular.” diyebilmekteydi.    

…… 

       “İslamiyette, yönetim sistemi olarak merkezi yönetim yerine, yerinden yönetim kabul edilmiştir” diyen Süleyman Akdemir, sözlerini şöyle sürdürmekte ve belki de siyasal İslamcıların vicdani redde duydukları ilginin kaynağını açıklamaktadır: “İslamiyette, devlet yönetimi özel bürokrasiyle değil, tüm halkın örgütlenmesiyle sağlanmıştır. Yönetici ve yönetilen sınıfı yoktur. Ordu da dahil isteğe dayalı bir hizmet örgütlenmesi vardır.

…… 

       Yalçın Bayer, bir “güvenlik uzmanı”yla konuşmasını aktarmaktaydı: “Güneydoğuda yaşananlar nedir? -Psikolojik bir harbin unsurudur. Güçlü ordulara karşı “sivil itaatsizliktir”, yani silahsız insanların yönetime karşı hareketidir. Bunu kim organize etti? -Dış Güçlerin etkisiyle PKK.. ve onun Türkiye’deki ayağı olan parti ve bu partinin belediye başkanları başta olmak üzere Roj TV.. Hepsi ‘sivil İtaatsizlik’te rol alıyorlar.” Bu gerçekler bir tarafta dile getirilirken;  Hüseyin Gülerce, “hocaefendisi”nin

Güneydoğu’ya ilişkin reçetesini açıklıyordu: “bölgedeki kanaat önderlerinin itibarı artırılmalıdır…Doğu ve Güneydoğu’yu cazibe merkezi haline getirmektir. Kuzey Irak bir cazibe merkezi olursa başkalarının iştihasını kabartır. Problem daha da büyür. Bölgenin bazı merkezlerini Paris, Londra, New York yapın, herkes gezmeye gelsin, turistik seyahatler olsun. Bu da ‘diplomatik’ maharet ister.Fetullah Gülen bunları söylerken, Güneydoğu’nun cazibe merkezi kavramını; Tayyip Erdoğan‘ın “Diyarbakır, Büyük Ortadoğu Projesinde yıldız rol oynayacaktır” sözündeki anlamıyla mı kullanmaktadır, bilemiyorum ancak bölgede “hocaefendisi”ne bağlı kişiler güvenlik güçlerini ve devleti zor durumda bırakacak çalışmalarıyla gündeme gelmektedir. Şemdinli olaylarında sözü Org. Yaşar Büyükanıt‘a kadar getiren Van savcısı Ferhat Sarıkaya ve Şemdinli olayları için “sonu nereye çıkarsa çıksın araştırmalıdır” anlamında konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan buna örnek gösterilebilir.

….. 

Vicdani Red Hareketinin Türkiye’yi Getirdiği Nokta

Türkiye’de vicdani reddin, Türkiye’yi getireceği noktayı saptayabilmek için, vicdani retçilerin neler yapmış olduklarını görmekte yarar vardır.

 …..

       III. Geleneksel Militurizm Festivali, 13 – 14 Mayıs 2006 günlerinde Ankara’da yapılmıştı. “Devrimler, Askerler, Özgürlük” başlıklı panele Mahmut Memduh Uyan (eski gerilla), Birgül Özbarış (gazeteci), Cemil Cahit Selimoğlu, Mehmet Öd (Vicdani retçi), katılmaktaydı. Gezi programı ve programda yer alan yerlerin gezilmesinin gerekçesi şöyle anlatılmaktaydı: Ankara Garı: “..politikaların merkezindeki kentin, o soğuk gri yüzünü yansıtan, 1937 yılında inşa edilmiş kırmızımsı bakır renkli binasıyla Ankara Garı, devletin değişmeyen militarist yüzünü anlatır bize. Askeri teçhizat sevkiyatının önemli bölümü halen Ankara üzerinden yapılmaktadır. Ülkenin dört bir yanına dağılan demiryolu ağının merkezinde olmasının, Ankara’nın ‘başkent’ seçilme nedenlerinin başında geldiği söylenir. İçinde her daim asker kaçaklarını arayan inzibatların dolaştığı Ankara Garı, yakın gelecekte küresel kapitalizme iyiden iyiye entegre olmasını sağlayacak bir projeyle yeniden düzenlenecektir. Bu projeyle, garın içinde alışveriş ve iş merkezlerinin bulunacağı 30 katlı bir kulenin yapılması planlanmaktadır. Yer altı Çarşısı: çarşının hemen her yanında cinsiyetçiliğin, kahramanlık mitinin, militarizmin ve emir itaat zincirinin izlerini görmek mümkündür. Haftalık çarşı iznine çıkan askerler, dükkan önüne dizilmiş genç kadın tezgahtarların cazibesi altında, kadın anonslu kasetleri, anı defterlerini, donları, fanilaları, kotları, tişörtleri, her türden ucuz, albenili ve kalitesiz ihtiyaç maddelerini almaya ikna edilirler. Serbest piyasanın bu gariban müşteri kitlesi, çarşının bulvar tarafından girişindeki merdivenlerden inerken gözlerine çarpan bir yasaklar listesiyle karşılanır. Yasaklar listesi, aşağıya inen her bir merdiven aralığında artarak devam eder. Bu yüz elli metre uzunluğundaki kasvetli çarşı, uzun dönem askerliğe zorlanan yoksul genç erkeklerden kâr sağlamaya yönelen kapitalizmin, cinsiyetçilikle süslenen, militarizmle kontrol edilen hüzünlendirici yüzünü yansıtır. Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu: kuruma ait 10 fabrikada, fişekten kapsüle, roketten patlayıcıya, aralarında dünyanın en uzun menzilli topunun da yer aldığı, insanların ve doğanın yok edilmesine hizmet eden her türden silah ve mühimmat üretilmektedir..yurtdışına da önemli miktarda ihraç eden MKEK, öldürücü yok edici, kitlesel ve bireysel savaş araç gereçlerinin Türkiye topraklarındaki resmi üretim merkezidir. Tandoğan Orduevi: orduevleri, ordu mensuplarının ve onların belli bir dereceye kadar yakınlarının kullanımına tahsis edilmiş yerler olup, genelde bulundukları çevrenin en nezih yerinde inşa edilmiş 5 yıldızlı otel kalitesinde mekanlardır. Kılık kıyafet, kimlik, saç sakal kontrolü gibi türlü aşamalardan geçip içeri girdiğinizde siyah pantolonlu beyaz gömlekli askerleri size hizmet etmek için beklerken görürsünüz. İçerde her şey dışarıdan daha ucuzdur. Ayrıca orduevleri, ordudaki kuvvetli hiyerarşi olgusun bir sonucu olarak astsubay ve subay şeklinde ayrılmıştır: öyle ki bir astsubayın subay orduevine girmesi mümkün değildir. Kore Şehitleri Anıtı: Kore şehitleri anıtı da Kore savaşında ölen Türk askerleri unutulması

diye yapılmış, mini mini, çıtı pıtı bir yapı. Anti militaristler olarak bizler, insanları ancak ölümleriyle anlamlı kılan savaşları durdurmanın, devletsiz ve sınırsız bir dünyayla mümkün olduğunu düşünüyoruz. OYAK: bizler militarist aygıtla her türlü işbirliğini reddettiğimiz için insanları ordularıyla yardımlaşmamaya çağırıyoruz. Böylesi masum görüntülü şirketler aslında militarist yapının güçlenmesini ve nihayetinde savaşların finanse edilmesini sağlamaktadır. Bunun için OYAK bünyesinde bulunan 30 şirketle ve militarizmle doğrudan ilişkilenen daha bir çok özel şirketle de alış verişte bulunmayarak savaşın finans kaynaklarını bir nebze de olsa kurutmaya ve bu sivil görünümlü askeri yapılarla dayanışmamaya çağırıyoruz. ASAL: Askerlik şubesi militarizmin iç yüzüyle karşılaşılan ilk yerdir. Tek işlevi ‘askerlik yaşı gelen genç erkekleri alıkoymak’ olan askerlik şubesinde ilk yapılan şey asker adaylarını muayene adı altında sayıp, sıraya dizmektir. Askeri disiplinin ve hiyerarşisinin gerçekliğiyle karşılaşılan Askere Alma Teşkilatı’na askere asla alınamayacağımız ve militarizmin bir parçası olmayı reddettiğimizi haykırmak için gideceğiz.” Yine 30 Eylül – 2 Ekim 2005 tarihleri arasında “anti militarist buluşma”, “militarizme karşı elinden geleni ardına koyma” sergileri düzenlenmişti. 1 Ekim’de “Militarizm ve Militaristleşme” konulu söyleşiye: Ali Bayramoğlu, Ayşe Gül Altınay, Melek Göregenli, Murat Çelikkan, Serdar Şen katılımcı olarak hazır bulunmuştu.

….. 

       Türk Silahlı Kuvvetleri’nin manevi şahsiyeti, toplumsal konumu hiç bu kadar aşağılanmamıştır. Son yıllarda TSK üzerine oynanan oyunları sırasıyla ele almıştık. Vicdani red de bu oynanan oyunun en büyük halkası olmaya başlamaktadır. 

      

        

Almanya ve Vicdani Red      

       …..

       Türkiye’de Almanya’nın madenlerimiz üzerinde yapmış olduğu, faşist faaliyetleri açıklayan ve Almanya’nın yerli işbirlikçilerinin gerçek yüzlerini ortaya çıkaran Devrim şehidimiz Dr. Necip Hablemitoğlu, Star Gazetesi’nden Yasemin Güneri‘yle yaptığı son röportajında, Almanya’nın vicdani redde olan desteğini açıklamaktaydı

…..

       Almanya’ya vicdani retçi olmak için değil, PKK’nın kışkırtmasıyla Almanya ve genel olarak batı tarafından, Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere gönderilmiş Türk vatandaşları, dilden, kültürden ve çevresinden bihaber olarak, kendilerini Almanya’nın pençelerinde bulmuşlardır. Okuma yazması dahi olmayan bu Türk vatandaşları, vicdanlarını satan terör örgütlerinin oyuncağı olarak; maalesef, “vicdani red” gibi bir ucubenin ve oyunun piyonları olarak sahnede yerlerini almışlardır.

  …..

PKK ve Vicdani Red

 

       PKK terör örgütünün ve örgütün propagandasını yapan, yayın organı görünümündeki gazete ve dergilerde TSK ve ulus devlet karşıtı vicdani red hareketine önemli bir destek vardır.

  …..

       Vicdani Redde, çıkarları açısından sahip çıkan Almanya, bu konuda ulus ayrımı gözetmeksizin, sözde vicdani retçilere ev sahipliği yapmasını, Özgür Politika gazetesi şöyle haberleştirmişti: “Almanya’da konuşlanmış Amerikan askerlerinden altısı, Irak’ta savaşmayı reddederek ordudan firar etti. Asker kaçağı sayılan bu askerler şimdi barış eylemcileri tarafından saklanıyor.” 

  …..

Dinin Bozguncu Görünümü Yehova Şahitleri ve Vicdani Red

 

       Devrim Şehidi Dr. Necip Hablemitoğlu, Türkiye’de, vicdani red boyutunda önemli bir katkıyı Yehova Şahitlerinin yaptığını söylemişti. Yehova Şahitleri, ulusal değerleri hiçe saymakta, askerliği reddetmekte ve kan alıp vermeyi inançları açısından ahlak dışı bulmaktadırlar. Bu kapsamda Yehova Şahitlerine, vicdani red çerçevesinde, tarihi bilgileri de vurgulayarak kısaca bakmak gerekmektedir.

 …..

       Amerikan belgelerinde, Türkiye’deki Yehova Şahitlerinin durumunu şöyle rapor ediyordu: “2001 yılında İçişleri Bakanlığı, Protestanların, Bahailerin, Yehova Şahitlerinin ve İsevilerin toplantılarını kontrol etmek için yürürlükte olan yasaları (toplantıları, dini yapıların yerlerini ve eğitimi düzenleyenler gibi) kullanmalarını teşvik etmek amacıyla bütün il valilerine bir genelge göndermiştir. 20 Nisan’da, Mersin polisi, yerleşme kuralları uyarınca, 2002 yılında kiralanmış bir ibadet salonunu artık kullanamayacakları bildirilen Yehova Şahitleri’nin 12 üyesini özel bir meskende yasadışı bir toplantı düzenledikleri iddiasıyla tutuklamıştır. İddialara göre polis, grup Mayıs ayında eski ibadet salonunda hizmet vermeyi planladığı zaman, kullanılması durumunda salonu kapatmakla tehdit etmiş ve ardından da bunu takiben salonda yapılan 17 toplantıya katılarak notlar almıştır. Bir mahkeme Yehova Şahitlerinin söz konusu 12 üyesini 30 Eylül’de aklamıştır. Yıl içerisinde birçok olayda Mersin ve İstanbul’da Yehova Şahitleri üyeleri izin almadan dinsel toplantılar düzenledikleri gerekçesiyle para cezasına çarptırılmıştır…yıl içinde, Yehova Şahitlerinin bir üyesi olan Bülent Bozdöğen, iki ayrı olaydan yargılanmış ve askeri hizmet yapmayı reddettiği için askeri hapishanede toplam 3 aylık hapis cezasına çarptırılmıştır. İddialara göre bu süre boyunca defalarca dövülmüş ve kötü muameleye maruz bırakılmıştır. İddialara göre yıl sonu itibariyle, Yehova Şahitlerinin başka üç üyesi daha benzer suçlamalardan yargılanmayı beklemektedir.

….. 

       Yehova Şahitleri, zorunlu askerliği reddederek, Türkiye’de şu gerekçeleri ortaya atmaktadırlar: “Silahlı askeri eğitim temel olarak insan öldürme üzerine kuruludur. İç Hizmet Kanunu’nda askerlik, insan öldürmeyi öğrenme sanatı olarak tarif edilmekte, vatan hizmetinin askeri eğitimle bir tutularak zorunlu düzenlemeye tabi tutulması Anayasa’da gösterilen temel hak ve hürriyetlere aykırıdır. Düşünce inançları nedeniyle eline silah almayan yaşama ve yaşatma hukukuna sahip çıkan bizlerin suçlanması Anayasa’ya aykırıdır.

 Halbuki Türkiye’de, bir kimsenin “vicdani retçi” veya “Yehova Şahidi” olduğunu söylemesi özel bir suç oluşturmamakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 1111 Sayılı Askerlik Kanunu’nun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hükümleri doğrultusunda, bu hakkını kullanmak suretiyle zorunlu askerlik hizmetinden kaçınması mümkün değildir

 

…..      

       Yehova Şahitleri, ülkelerinin, Amerika’nın çıkarları çerçevesine ne gerekiyorsa, o eylem biçimini gerçekleştirmektedirler. Bunu gerçekleştirirlerken de bir çok tutarsız söylem ve eyleme girişerek asıl amaç olan ABD’yi ve İsrail’İ yüceltme ve çıkarlarını önceleme konusunu unutmamışlardır.

       

Toplumsal Dokuyu Parçalama Aracı Eşcinsellik ve Vicdani Red

       Homoseksüelleri, cinsel sapkınlığı, ortadan kaldırmayı değil, bunu belli bir noktada yaygınlaştırmayı ve toplumsal kabullerin çerçevesi içinde yer bulmasının sağlanmasını hedefledikleri oldukça açık olan, eşcinsel, feminist, lezbiyen oluşumlar TSK karşıtlığını merkeze almaktadır.

….. 

       Toplumsal yozlaşmanın ve TSK’ya ve askerliğe “kin” duymanın yolu, toplumsal yapıda eşcinsel kimlik gediğinin açılmasından geçiyor. Aydın Doğan‘a bağlı yeni kurulan Kanal 1’de “O şimdi Hanımefendi” isimli program başlamak üzere reklamlarına yer veriliyor. Erkekleri travestileştirerek, bir evin için gözetlenmesini temel alan programı, Pakize Suda överek anlatıyordu: “yeni bir yarışma programı başladı.. 8 erkek, 21 gün boyunca bir evin içinde kadın gibi yaşayacaklar.

……

 “O şimdi Asker” genel deyişine paralel ele alınan “O şimdi hanımefendi”, askeri olanı hedef alarak, Türk askerini aşağılamanın başkaca bir yolu olarak görülmekteydi.

……

       Hem eşcinsel hareket hem de sözde feminist, batı uyumluluğunu dorukta yaşayan bazı kadın hareketleri, özde Türklük karşıtlığını temel almakta ve eşitlik, özgürlük ve sözde ayrımcılığa karşı bir tavırla da etnik/mikro milliyetçi çerçevede ulus devleti zayıflatarak, güdümlü devlet yapısını oluşturma çabası içindedirler.

……

       Eşcinsel olduğu savlanan kişilerin, içinde bulundukları bataklıktan kurtarılmasına yönelik hiçbir girişim gerçekleştirmeyen ve programlarına, tüzüklerine dahi almayan bu örgütler, ne yazık ki cinsel sapkınlığı Türk Ulusal bünyesine eklemlemek istemektedir. Bataklıktan kurtarılmayı bekleyen, işsizlikle, bilinçsizlikle ve ezilmişlikle “seks işçiliğine” sürüklenen yurttaşlara buradan da yaşam ve çözüm çıkmayacak aksine, bu bataklık içinde yerlerinin kalıcılaştırılmasının sağlamlaştırılması doğrultusunda bataklığın ayrılmaz parçası haline getirileceklerdir.      

 

Ulus Devletle Hesaplaşma ve Vicdani Red  

  …..

       Almanya ve İsrail destekli vicdani red, özünde ulus devlet düşmanlığıyla hareket etmektedir.

…..

 Yani, ulus devlet sistemi, yapısallığı gereği orduya sahiptir, asıl olan orduya karşı çıkmak değil, devlete karşı çıkarak devleti ortadan kaldırmaktır. Türkiye’de hemen her alanda saldırı odağı haline gelen ulus devlet, bunca ihanete rağmen dimdik ayakta durabiliyor. Vicdani red hareketi dediğimizde, karşımıza çıkacak en önemli konu bu hareketin kimlerle, nasıl bir ortaklık kurarak ulus devlete saldıracak olmasıdır. Yukarıda ele aldığımız gibi sözde çevreci, sözde kadın hakları, insan hakları boyutunda çalışan örgütler bu ortaklığın kurulmasında önemli rol oynamış ve Türklük düşmanı topluluklar oluşturulmuştur.

…..

       Hedef, Türkiye’nin bağımsız, kalkınmış ve gönençli bir devlet olmasının önüne geçmekse; İsrail ve Almanya vicdani reddi himaye eder ve ulus devleti ortadan kaldırmak için, Türkiye’nin üzerine saldırtır. Sözde vicdani red hareketi, etki ajanları biçiminde çalıştırılmakta; Almanya açısından, Alman Başkonsolosluğu’na Türk Askerini aşağılaşan ifadelerle suçlayan mektuplar verilmiş, İsrail açısından, İsrail’de sadece ama sadece işgal topraklarında askerliği reddedenlerden oluşan vicdani retçiler, Türkiye’ye gelince devlet, ulus karşıtı olmakta ve İsrail’in ajanlığını yapar görünmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiç bu kadar sahipsiz bırakıldığına tanık olmamıştır. AB sevdası uğruna, ABD’ye bağlanmışlığı yırtamaması yüzünden yitmektedir.

DÜZENLEYEN

Yılmaz KARAHAN

www.yenidenergenekon.com

 

Paylaş:

Yorumlar

“29) TÜRKİYE’Yİ HEDEF ALAN, VİCDANİ RED !” yazisina 11 Yorum yapilmis

  1. Metin YILMAZ yorum tarihi 6 Aralık, 2007 23:35

    Milli vicdanları olmayan bu soysuzların kabulü ne yazar, reddi ne yazar?

  2. Tahir MUTLU yorum tarihi 7 Aralık, 2007 13:21

    Satınalınmış veya hain bir insanın vicdanı olurmuki. adını vicdani red koyup, duygulara seslenebilsinler..

  3. FATMA GEZEN yorum tarihi 9 Ocak, 2008 00:35

    vicdani redçileri önce muayene edip vicdanları varmı diye bakmak lazım isimlere bakınca tsk ya düşman kesilen orduyu yıpratmaya çalışanlar çoğunlukta. satılık kalemlerin halkı kışkırtmasıda düşündürücü orduyu yeniden yıpratma çalışması türk halkını askerlikten soğutma çabasıdır
    mevzubahis vatansa vicdansızlar teferruattır

  4. cemal kerinçli yorum tarihi 10 Mart, 2008 02:34

    Konuşmak kolay! Bu kitabı yazanlar ırkçıdır; Türklükle ya da herhangi başka bir ırkla vicdani reddi birleştirebilen kafalar sığdır. Türk’ün Türk’ten başka dostu yok diyenler paranoyaktır. Bu ülkenin toprağı adım adım özelleştirilirken sesi çıkmayanlar, Türk ırkını yüceltip ötekileri aşağılayan her düşünceyi reddeden ve halkların kardeşliğini savunan herkesi terörist ilan ettiler! Halbuki vicdani retçiler silahlanmaya ve sorunların şiddetle çözülmesine tamamen karşılar, dolayısıyla TSK’nın ya da SİLAHLI HERHANGİ BİR GRUBUN içinde olmaya karşılar. Bunu anlamayanlar teröristtir ve silahların gölgesinde yaşamak dışında şansları yoktur.

  5. Adil Senel yorum tarihi 9 Mayıs, 2009 23:47

    http://www.habervaktim.com/haber/70934/mehmetcige_bunu_da_yaptirdilar___video.html

    Yukarıdaki linkteki haberi okumak sanırım bu yazıyı yazaları utandırır…

  6. mrs.nobody yorum tarihi 26 Mayıs, 2009 19:16

    insanın aklı almıyor okudukça çıldırıyor bu ne sığlık ve yine bu ne sığlık diye… ultra doğru ve gerçek bilgiye ve görüşlere sahip yazarın hezeyanına bakar mısınız eşcinselleri bataklığa düşümüş bireyler olarak gösteriyor tam anlamıyla rezalet …dileğim o dur ki şimdi ve gelecek zamanda bu faşist ve sığ kafa yapısına sahip insanların iktidara gelmemesi veya kamuoyuna yön vercek imkanlara ulaşamamasıdır ve bu ve bu gibi hezeyanlara başvurduğunda toplumsal filtreden geçirilmesidir…vicdani red meselesi ise başlı başına tamamen kişiye bırakılmalıdır, savaşmak ve belki birkaçyılını angarya işleriyle geçirmek istememekte, şunu öğrenmeliyiz ki bu ülkenin devletçigenetik kodları ve her hakkını arayan -hele ki bu isyan çoğunluğun fikrine ve çıkarlarına karşıysa hakkını arayanlara güruh diyen zihniyeti ve onun yetiştirdiği bürokratik neferleri ve sivil uzantılarının by pass edilmesi ve her konunun düşünebileceğini anlamalıyız.son olarak hakikate giden yol her zaman bireydedir, düşünen bireydedir…

  7. Aydoğan karaca yorum tarihi 17 Temmuz, 2009 04:34

    türke düşman olanların ne yapmak istedikleri bellidir avrupanın maşası olanlar ve avrupaya yaltaklanmak isteyenler avrupanın ve türk düşmanı olan herkesin altına yatıp demokrat olanlar ne amac uğrunda havladıkları belli ilk önce sağlam direklerini kırmak ve sonra zayıflamış olan türk milletine saldırmak ve türkiyeyi parçalayıp yıllardır akbaba gibi tepemizde bekleyen düşmanların dileğini yerine getirmektir türkleri ve türkiyeyi güçle savaşla bitiremeyeceklerini anlayan batılı ülkeler psikolojik savaş uygulayarak köpeklerini üzerimiz salarak başarmak istiyorlar ama türklerde bir atasözü vardır (havlayan köpek ısırmaz)diye bunların yaptığı sadece havlamak türk milletinin değerleri yine eskisi gibi aynıdır türkiyede asker milletin gözünde yine en güvenilirdir neden bunların gibi olanlar coğaldı çünkü telaşa kapıldılar pkk bitme noktasında tsk eskisinden güçlü ee bende türke düşman olsan bende telaşlanırım :))buradaki bazı şahıslarda bunu iyi anlasın diyorum telaşlanmanıza gerek yok nasıl olsa bir gün kökünüz kazınacak bunu bildiğiniz içinde istediğinizi yapın ses olur ama görüntü cıkmaz sizlerden (TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOKTUR)bunu iyi anlayın ermeni soyundan gelenlerr

  8. asteris yorum tarihi 20 Aralık, 2010 22:00

    ben size inanamıyorum siz nasıl Türk evladısınız ben vicdanı redciyiz diyen resmen gel buyur benim atamın mezarını çigne anama bacıma tecavuz et diyosunn

  9. Ahmet Musaoğlu yorum tarihi 26 Temmuz, 2012 08:22

    Ordu’ya ‘Eşcinsel Açılıma’ kim ‘dur/darbe’ diyecek
    http://www.antalyabugun.com/?page=makale&MID=11186&actionMessage=8

  10. Dr. Tahir Tamer Kumkale yorum tarihi 29 Temmuz, 2012 06:07
  11. Ahmet Musaoğlu yorum tarihi 6 Ağustos, 2017 19:00

Yorum yap