10/8) MANAS’LA ALMAMBET’İN TANIŞ OLMASI

Yayin Tarihi 5 Mart, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

MANAS’LA ALMAMBET’İN TANIŞ OLMASI

Han sarayının tavanı, içi, etrafı, göze çarpan her yeri altınla süslenmişti, yüzünden gülücüğü eksik etmeyen rahip, altın kapıyı açtı.

“Akıllıların akıllısı, yüce Göğün oğlu, bütün Hakan Çin’in komutanı kutsal Almambet müsaade istiyor. Bin yaş yaşayın” rahip kayboldu.

Esen Han’ın yanındaki geniş yenli ipek kaftan giyen beyler, rahipler yere kadar eğilip diz çökerek komutana saygı gösterdiler.

Ejderha işlenmiş sarı kaftan giyen, altın tahttaki Göğün oğlunun yanına Almambet’i çağırdılar.

“Ben göğün oğlu, Çin padişahı! Emrediyorim: Güneş ile ay ışığının ulaştığı bütün bölgelerin askeri birlikleri senin idarendedir. Orduyu ejder gibi heybetli, arslan gibi güçlü olan senin gibi bahadır yönettiği için artık gönlüm huzur buldu. Yüreğin kurt yüreği gibi, gözlerin yılan gözleri gibi olsun” dedi Esen Han.

“On bin yıl yaşa Göğün oğlu!” dedi hanın etrafındaki beyler diz çökerek.

Ondan sonra hanın fermanı okundu. Almambet’e altınla süslenmiş ferman kağıdı verildi. Ona ejder sureti işlenmeş altın düğmeli kaftan giydirilip, gümüşten işlenmiş kuşak kuşatıldı.

Çin’in kırk padişahının biri olan meşhur Azizhan, Sooronduk’un kayınbiraderi idi. Almambet Azizhan’ın kararg’hında ilim okuyup, hüner öğrendi. İki hanın arasında şımarıklı yapan Almambet’i Çin’in ileri gelenleri, Azizhan’ın oğlu zannediyorlardı.

“Göğün oğlu komutan Almambet’in şerefine insan kurban edilirse kutsal kitaba göre Ğöğe karşı günaha gireceğim. Uğursuzluk gelecektir. İyisi mi bu köleleri elime verin” dedi Almambet Esen Han’a.

“O zaman kanun bozulur” dedi Esen Han.

“Göğün oğlu kanundan büyüktür!” dedi Almambet. “İnsan yerine hayvan kurban etmeye izin verin.”

Esen Han Almambet’in sözünü beğenip kurban edilecek olan köleleri ona verdi. Kölelerin yerine domuz yavrusu kestiler. Han sarayındaki tutuk beyleri, askeri komutanlar, şehirin büyükleri, ulema ve rahipler Almambet’in davranışını beğenmediler.

Esen Han, Almambet’e han sarayından yer tahsis edip dinlenmesi ve askerini sayması için altı gün izin verdi.

Esen Han’ın danışmanları ona bir ağızdan şöyle dediler:

“Yüce Göğün oğlu, yeni komutanınız biraz farklı, iyi niyetli görünmüyor.”

Tecrübeli Esen Han farkettirmeden Almambet’e gözünün ucuyla dikkatlice baktı. Almambet kargaşa ve karışıklıklara dayanabilecek karakterde, tuttuğunu koparan, tuttuğu yerden kan çıkaran, baktığı insandan canını alan alp idi.

Han sarayının rahip başı Almambet’e şöyle buyurdu:

“Yüce Göğün oğlu, on bin yıl yaşasın! Onu yaşatmak bütün Çin’in görevidir, komutan bunun da gamını yer. Bu görevi sen yerine getireceksin.” dedi rahip başı.

“Nasıl?” dedi Almambet.

“Göğün oğlunu güzel yemekler ve ilaçlar ile emin edeceksin.” Dedi rahip kurnazca gülümseyerek.

“Ben olmadan da geniş Pekin’de yemeğin her türlüsü bulunur, üstadım. Şifalı bitkiler Tibetten çıkar.” dedi Almambet.

Rahipbaşı, Almambet’e sırıtarak şöyle dedi:

“Yemek ve bitkiden başka ilaçlar da var” dedi rahipbaşı Almambet’in omuzuna elini koyup “O ilaç, binden biridir, hanı gençleştiren genç adamın ciğeridir.”

Almambet, rahibe şaşkın şaşkın baktı.

“Evet” dedi rahipbaşı sözünü devam ettirerek “Göğün oğluna genç erkek ve genç kızın ciğerini ezip yılda dört defa ilaç olarak veriyoruz. Genellikle ciğerleri Çin sınırındaki “vahşi” kölelerden, tutsaklardan alıyoruz.”

“Bunu Esen Han biliyor mu?” dedi Almambet.

“Göğün oğlunun on bin yıl yaşaması lazım” dedi rahip uzun uzun düşünerek, “Sizin şerefinize kurban edilecek altmış kişinin ciğerini alacaktık. Onları siz azat ettiniz.”

“Göğün oğlu insan ciğeri yerse, halkın hanı olmaya hakkı var mı?”

“Var” dedi rahip “Çünkü Göğün oğludur o, ciğer bulmak sizin göreviniz”.

“Ben Göğün oğluna saygılıyım! On bin yıl yaşasın! Ama onun insan ciğeri yemesine karşıyım. Ben bunu kendisine söyleyeceğim” dedi Almambet.

Altı gün içinde Almambet’i çekemeyen beyler, vezirleri kışkırtıp onu Esen Han’a şikayet ettiler.

“Genç komutan dik kafalı biriymiş, âdetlerimizi bozuyor. Göğün oğluna diğerleri gibi iyi dileklerle yere eğilip diz çökmüyor. Niyeti bozuğun ta kendisidir. Bu gözünden de okunuyor. Ona zehir verip biran önce ortadan kaldıralım” dedi basiretli kişiler.

“Çocuk, han soyundandır. Komutan Sooranduk’un oğludur. Ona ne diyeceğiz. Solobo köklü halktır. Yarın, öbür gün kan davasıyla düşmanlaşmayalım! Bırakın kuşkulanmayın ondan”.

“Söylemek bizden, icraat sizden. Sonra kötülük görmeyin” dedi basiretli kimseler nazlanıp susarak.

Almambet bütün Çin’in ordu komutanı olup altmış günde yorgun, bitkin, suratı asık bir halde Tangşa şehrine, kendi sarayına ulaştı.

Bir kere daha Sooranduk oğlu Almambet’e yakındı :

“Kocadığında mızmızın arzusu bitmek bilmiyor deme. Çet Beecin hanı Alevke’nin oğlu, Kongur babanın yaylası olan Kan-Caylak’ın eline geçirmiş. İkiniz bir yerde, bir alimde okumuştunuz. Birbirinizin sırrını biliyorsunuz. Kendini bilmeyen Kalcadan yaylayı geri al, ya da cezasını ver”.

Almambet kılceyren atına binip Kongurbay’a gitti. Kangay’a tanılan Kongurbay altı bin askerle bin beyi idare ediyor, pamuk belbağı kuşanmış geniş çizme giymiş gururla yürüyordu.

“Kongurbay, sözümü dinle. Babacığım Kan-Caylak’ını kendine geri ver. Büyüklük edeyim deme” dedi Almambet.

“Soorunduk’un piçi saçmalama! Orası babam batıya gitmeden önce bizim yer idi, geri aldık” dedi Kongurbay.

“Geri ver yeri. Yer Sooronduk’undur. Esen Han’a şikayet edeceğiz!”

“Hey, sen nereden çıkan hakemsin? Bunun ciğerini çıkarıp Esen Han’a hediye götüreyim!” dedi Kongurbay fırlayıp.

Bunu işiten Almambet sabrı taşarak sırlı mızrağını uzatıp haykırarak Kongurbay’a hücum etti. Onun ejder gibi heybetinden korkan Kongurbay, şaşalayarak Algara atını kamçılayıp kaçtı.

Almambet peşinden yetişip Kongurbay’a vurdu. Kongurbay’ın Algarası tuynağı dayanıklı, tulpar gibi hızlı koşan bir at idi. Almambet ona ulaşamadı.

Kongurbay kaçıp dosdoğru Esen Han’a gitti, diz çökerek şöyle şikayet etti:

“Ey, Göğün oğlu, on bin yıl yaşayın! Sooronduk’un oğlu Almambet bana mızrak vurup kanımı akıttı. Ocağımızdan çıkan düşman oldu. Esen Han’la ikimizin kökünü kazıyacağım! Bahçenizi çiğneyip, tahtınızı mahvedeceğim” diyor. Onun niyeti kötüymüş Kırgızlara kaçmayı düşünüyormuş” dedi. Böylece Kongurbay başkalarından önce Almambet’i şikayet etmiş oldu.

Hanın danışmanları ve rahipleriyle Kongurbay’ın söylediklerinin bir yerden çıktığını anlayan Esen Han, Almambet’e öfkelendi.

“Bu nankörün başına kötü adımız çıkmasın, kendi babası askerleriyle gebertsin” dedi Esen Han karargahında hüküm çıkarıp.

Esen Han hükümü imzalayıp, mühürleyip adamlarıyla Sooronduk’a gönderdi.

Han sarayına Almambet iki gün geç geldi. Şikayeti vardı. Esen Han Almambet’i kabul etmedi. Bu hanın gazabına uğrayanlar için uygulanan kaide idi. Han Esen Han kabul eder umuduyla Almambet karargahın kapısında yedi gün bekledi.

Yedinci gün karargahın içindeki Almambet’e gönlü yakın Burulça denen kız, Almambet’e gizlice sır verdi.

“Almambet, benim sende başka yakın adamım yok. Esen Han buyruk çıkarıp seni Tangşa’da öldürmek istiyor. Eline kelepçe vurup hendeğe koyacaklar, ya da kaçak diye bir bahaneyle darağacına asacaklar! Gidecek yerini, sığınacak halkı şimdiden düşün. Annem Türk kızı idi, ben sana yar olacağım, yedi yıl bekleyeceğim. Gelmezsen canıma kıyarım.” Burulça ağlayarak Almambet’le vedalaştı.

Almambet Tangşa’ya, babasının karagahına döndü.

Öfkelenen Almambet Sooronduk’e şöyle dedi:

“Babacığım, Esen Han’a güveneni Tanrı vurur. Esen Han ile Kongurbay’a ne yapacağımı bilirim”.

Sooranduk şimdi Tanrı’ya karşı değişmişti. Oğlunu gördüğünde ayı gibi bağırıp Almambet’e atıldı.

“Öyle kötü konuşma! Ulu Göğün oğlunan karşısında beni utandırdın”.

Almambet babasının fenalığını görüp bir gün bir gece uyumadan düşündü, çubuk gibi kıvrandı, sonunda bir karar vardı. Burada kalıp ne yapayım? Çin bana göre değil, Kırgızlara gideyim”. Düşüncesini sadece annesi Ekzer’e söylemek istedi.

Günlerin birinde canı sıkılan, ama içindeki acıyı kimseye söylemeden ızdırap çeken Almambet ava çıkarsam rahatlarım diye yiğitleriyle Aral denen yere vardı. Etekleri ormanlık olan Aral dağına yerleşip av avlayıp eğlence düzenledi.

Almambet, ormanın kenarı boyunca kaçan karacayı canlı yakalayacağım diye takibeder. Karaca ormana girip açık alana çıkar. Almambet karşısında atlı adamları görür. Demin kaçan karaca atlı kırk adamın yanına doğru gelip silkinerek adam kılığına girer.

Almambet ejderden iki yıl büyücülük okumuş idiyse de böyle kerameti ne işitmiş ne görmüştü. Almambet’in ağzı açık kaldı. “Siz kimlersiniz, yiğitler? Nereden çıkan ruhlarsınız?” dedi Almambet.

“Hoş geldin. Biz kırklarız. Türkün, Kırgızın hakiki bahadırlarının koruyucu pirleriz. Tanrının emriyle sana hayırlı birliği iletmek için geldik! Senin barınacak yerin Altay’dır. Sağ olasın!” kırk atlı böyle dedikten sonra göz kapayıp açıncaya kadar kayboldular.

Almambet geri dönerken etrafı deminkinden daha güzel göründü. Doğanın bu güzelliğini önce farketmediği için eseflendi.

Doğanın hayret verici bu güzelliği karşısında Almambet’in kalbi çarpıp, vücudu gevşedi, gözün ulaşamadığı ufuklara kadar ulaşabilecek derecede yüksek sesle şarkı söylemek istedi. Göklere yükselen dağlar üzerinden, akan sular üzerinden kuş gibi uçmak, bulutlar gibi yayılmak istedi.

Almambet doğayı merakla, hayranlıkla seyrederken gözüken dağın kenarında insan karaltısı farketti.

Almambet avcılara yol sorayım diye onlara doğru hareket etti. O evvel atlı, elinde iyi kapan kuş tutan, silahlı, geniş göğüslü, kabusundan ata binen adama vardı

. Almambet görse de görmemezlikten gelip kımıldamayan, kıl takkeli kızıl perçemli adama öfkesini basarak “kaoma” diye selam verdi. Adamdan ses çıkmadı. Almambet atlıya tekrar selam verdi. Adam in mi, cin mi olduğunu söylemedi. Almambet sinirlenerek bulut gibi bozulup, arslan gibi atılarak adamın üzerine yürüdü.

“Hey sen nereden çıktın terbiyesiz şey? Adet bilmeyeni yer yutsun! Selam verilince kabul edilmediği nerede görülmüş?”

Atlı cevap verdi:

“Bu geniş dünyada aç kalmış gibi domuz avlayıp terkilerine bağlamışsın! Senin iyi âdetin bu muydu? Canlıları öldüren, domuz eti yiyenlere selam verilmez adetimizde…”

“Niçin domuz eti yeme diyorsun? Gördüğünü göster, bildiğini anlat bakayım. Yoksa ben kendi bildiğimi yapacağım” dedi Almambet patlayarak.

“Er Almambet, sinirine hakim ol, buraya gel!” Adam alandaki yüksekçe bir yere basıp atından indi ve elini salladı.

Almambet de atından indi:

“Bahadır biz ilk kez görüşüyoruz, beni nasıl tanıyorsun?” dedi Almambet.

“Bahadır, yiğidin yüzü gözü kendindedir, ama sözü, ünü yiğitliği uzaklardadır, halk arasındadır. Senin hakkında duydum. Seni göz önüne getirmeye çalıştım” dedi Kökçö.

“Sen basit bir asker değilsin” dedi Almambet.

“Köküm Türk, neslim Kazaktır. Aydarkan’ın Kökçösü benim, bahadır. Avlanıyordum. Heybetini, çehreni görüp, elbisene bakıp, söz ve hareketlerine bakılırsa Çin yiğidi Almambet’e benziyorsun.”

“Doğru bildin” dedi Almambet.

Onlar acayip derecede geniş yayılan dağların üzerinde, tepenin zirvesinde oturup terkideki kuş etini yiyip, kaptaki kımızdan yapılmış şarabı içip uzun uzun konuştular.

Bahadır Almambet Esen Han ve Kongurbay’la olan ihtilafını, memnuniyetsizliğini Er Kökçö’den saklamadan anlattı.

“Ben bütün ahaliden değil. Gözü dönmüş hanın davranışından, yaltakçı beylerden, iftiracı rahiplerden, kurnazlardan, gene beni anlamayan babamdan memnun değilim. Onlar putlara tapındıktın sonra p’k insan olmaları gerekirdi. Her halde bu putlarının elinden bir şey gelmiyor. Ben ona tapınmıyacağım, vazgeçtim ondan. Babam gibi, Esen Han gibi, beyler gibi olmak istemiyorum. Türklerin, Kırgızların âdetleri dilleri, ruhu dürüst halk imiş, bana yakın geliyor. Beni Türk oğlu, Kırgız yapın. Ben buna zorla değil, Tanrıyı yüreğimde hissederek, hayır dileğimle gireyim. Bunu babama, anneme anlatacağım, hakikati söyleyeceğim” dedi Almambet.

“Söyle bakayım, baban Soorunduk anlar mı seni? Kendine zorluk çıkarıyorsun. Burada kararını verip bizimle gitseydin” dedi Kökçö.

“Günahkar gibi saklanarak kaçmayacağım! Halka, baba anneme söyleyeceğim! İzin verirse benimle gelecekleri can yoldaş edinip götüreceğim! Tesadüfen söylediğim ayda gelemezsem, bizim dine girdi diye, bizden biri diye gereğini yap” dedi Almambet.

Almambet’in sözüne Kökçö inandı.

“Bahadır, Allah teala yardımcın olsun, uzun yolun açık olsun! Çabuk dön!” dedi Kökçö.

“Doksan güne kadar bekle” dedi Almambet.

İki yiğit bulat kılıçlarıyla ellerinden kan çıkarıp, kılıcın tığına kan sürüp göğüslerini değdirerek vedalaştı.

Almambet yedi gün sonda Tangşa’ya geldi. Sooronduk’un sarayı karışmıştı. Sooronduk, Almambet’i koruyan askerleri Almambet’i kaybettiniz diye suçlayıp zindana atmıştı.

Almambet gelir gelmez Kökçö’ye rastladığını, Türklere gönül verdiğini, onlara gideceğini annesi Ekzer’e anlattı.

“Canım anne dinle. Gülistanım kurudu. İnsanlar birbirine girdi. Gülistanlı halkım horlandı. Esen Han’dan gönlüm soğudu. Dört erdem tükendi. Kalırsam sadece kendi başımı değil, seni de derde sokacağım. Aksütünü helal et, sağ olursam dolaşıp gelirim. Ölmezsem haber veririm. Batıya, Türklere, Kırgızlara gideceğim. Sağlıcakla kal anneciğim!”

Ekzer, oğlunun sözü üzerine çığlıklar atıp kendini ateşe atan kelebekler gibi dövündü…

“Sözünü benden başka insan duymasın! Bunu babana da söyleme, Kırgızlara da gitme. Sözünden dön. Baban ile beni kendi elinle gömdükten sanra git” dedi Ekzer gözyaşını yağmur gibi dökerek.

Almambet annem beni bırakmayacak herhalde, babam anlayış gösterip yiğitçe davranabilir diye Sooronduk’a vardı. Babasının etrafında büyükler ve danışmanlar oturuyorlardı.

Toplananlar Almambet’e saygı gösterip ayağa kalkıp sonra diz çöktüler. “On gündür Çin sınırındaki bütün hanlara haber gönderip seni bulamadık.”

Gök korumuş, neyse başın sağ imiş.

“Baba ben Türklere, Kırgızlara uğrayıp, dost edinip geldim!”

“Bu ne saçmalıyor? Cin çarpmış bunu. Bu benim oğlumun sözü değil.” Dedi Sooronduk. “Ezeli düşmanımız Kırgızlardır. Onlarla mızrağın ucu, kılıcın tığı ile konuşmak gerek.”

“Beni dinle baba! Ben Türklerin ve Kırgızların dinine girdim, baba. Onlar dürüst sözlü, temiz kalpli, edepli, ahlaklı, yiğitleri namuslu, dindar, ilim ve irfan sahibi halk imiş.”

“Kapa çeneni! Oğlum tamamen değişmiş! Esen Han boşuboşuna bunu komutanlıktan alıp zindana atın dememiş. Ben bunu Esen Han’a ulaştıracağım, kendi elimle geberteceğim. Cinini çıkaracağım! Kimse engel olmasın!” dedi Sooronduk yanındakilere. Sooronduk kılıcını çıkartıp oğlunu kesmeye yeltendi, Almambet babasının bileğinden tutup elini silkti. Kılıç yere düştü.

Almambet hemen kılıcı alıp, üzerine gelenleri gebertip karargahtan çıkarak direğe bağlanan alına bindi.

Öfkelenen babası sarayı sarsacak kadar bağırıp çağırdı. “Yakalayın! Öldürün! Gebertin!” diye bağıran Sooronduk’un sesi şehirde yankılandı.

Almambet sabaha karşı yedi geri nişan edinip sağa sola bakmadan yola koyuldu.

Sooronduk oğlunun peşinden, onu takibettirmek için asker gönderdi. Esen Han ve Batıdaki hanlara mektup yazıp, güvercinlerle gönderdi.

Erkesi gün han sarayına bir güvercin mektup bıraktı diye Esen Han’a küçücük bir kağıdı verdiler. Kağıtta şöyle yazılıydı: Bugün sabaha karşı Sooronduk’un oğlu Almambet Kırgızlara kaçtı. Batı yönüne doğru gidiyor.

Bunu okuyan Esen Han öfkelenip saçlarını yolarak vahşi haykırışlarla bağırdı.

“Kaçak Almambet’i elime canlı ulaştırın! Ya da başını kesip getirin!” diye bütün Çin’e buyruk çıkardı.

“Biz önceden söylemedik mi, çocuğun niyeti kötü, başa bela olacak diye, ulu Göğün oğlu!” dedi rahipler sevinerek.

Yakasız zırh gömleği, nalsız çizme giyen, ince bıyıklı geniş yüzlü, kızıl gözlü memur Kongurbay başta olmak üzere Bahadır Neskara’yı ve Büyük Yoloy’u kalabalık askerle takibe gönderdi Esen Han.

Kongurbay’ın askerleri Almambet’e beş günde ulaştılar.

Karınca gibi kalabalık asker Almambet’i uzaktan kuşattılar. Kuvvetten düşen Almambet sıra sıra gelen askerlere tek başına karşı koydu.

Bahadır kapının önünde bekleyen Kongurbay’a oktan önce ulaşıp böbreğini yumruklayarak geçti. Kongurbay atından düşmek üzereyken arkadaşları onu kurtardılar.

Almambet gerçek bahadırlığını şöyle gösterdi ki, sağa sola bakmadan kalabalık içine girip kılıcıyla mızrağıyla nice yiğidin canına okudu, bazılarını attan devirip kellelerini elma koparır gibi kopardı, askerleri kuşlara saldıran atmaca gibi kovaladı.

Almambet hiç uyumadan yedi gün yedi gece savaştı. O karşısına çıkan Çin hanı Neskara, Kalmuk hanı Coloy ve onların yanındaki pehlivanlar ile tekbaşına dövüşüp pek çoğunu safdışı ederek kalabalık orduyu alt üst etti.

Bir anda atı kılceyren tulpar halsizlenip sendeleyerek bir çukura düştü. Almambet bu sırada eyerinden bir yana sarktı, üzengiden ayağı kaydı. Bunu farkeden Alevke’nin oğlu Kongurbay atını kamçılayıp kükreyerek kuş gibi saldırıya geçti. Almambet yardıma yetişecek kimse olmadığı için hayatından umudunu kesmişti. Göz kapayıp açıncaya kadar Almambet’e Gök yardım etti. Kızıl perçemli mızrağı olan biri doğruca Kongurbay’a saldırıp, onun atına mızrağını sapladı. Kongurbay’ın tulparı kuvvetten düştü, Kongurbay hayatından umudunu kesip telaşla aşağıya doğru kaçtı.

Almambet “Bana yardım eden hangi yiğit acaba?” diye dikkatle baktı ki annesi Ekzer’i gördü. Zavallı anne doru kısrağa binip, erkek kıyafeti giyinmişti, yumaklanan siyah saçları tepesine düşmüştü. Biricik oğluna yardım etmek için, onsuz nasıl yaşarım diye düşünüp, eline mızrak alarak oğlunun peşinden gelmişti. Yerinden kımıldamayan arslan kah annesini dağa benzeterek, sevincinden kabına sığmıyordu, kah miskin annesine acıyordu. Almambet annesini gördükten sonra daha da cesaretlendi. Soğuksuyu geçip, dinlenen atına binerek Kongurbay’ı takibetti. Kongurbay’ın dört ayaklı kuş gibi uçarcasına koşan kara atına Almambet yetişemedi. Kaçanların arkasından kovalayan Almambet yakaladığını sağ bırakmadı.

Almambet kaçanların arasında kuşluk vaktindeki gölge gibi hareketsiz duran askeri görünce, önce onu gebertmek için arkasına mızrak vurdu. Üzengiden butu kayan asker başını çevirdi. O, Almambet’in babası Sooronduk idi. Onu gören Almambet’in vücudu deprem olmuş gibi sarsıldı.

“Sen miydin baba, sağ kal!” diye mızrağını çekip, kılıcını kınına soktu. Utandı mı ya da sinidlendi mi bilinmez atının boynuna asılıp, ocağına su basmış gibi elinden kuşunu uçurmuş gibi ezilip büzülerek üzüntü içerisinde atını geri çekti.

Almambet sinirlenerek yürürken çukurda annesinin bindiği doru kısrağın boş olduğunu gördü. Almambet’in kalbi çarpıp, dağ gibi atı sallandı. O uçarcasına koşup kısrağı yedeğe alarak “Asil Ekzer anneciğim.” diye geniş sahrada yankılanan sesiyle bağırmaya başladı.

Annesinden ses çıkmadı, nerede olduğu bilinmiyordu.

Davul çalan kalabalık Çinli’nin Ekzer’in cesedini katıra yükleyip, Pekin’e doğru götürmekte olduklarını gördü Almambet. Tozu dumana katarak onlara yetişip annesinin cesedini kurtardı.

Sahrada, Almambet sırlı mızrağını yere vurup, gözlerinden yaş dökerek, kemikleri sızlayıp üzüntüden halsizlendi.

Bu sırada düşman, Almambet’i dört tarafından kuşatmış sel gibi geliyordu. Almambet atını gerip çekip Çinlilerle savaşsam, zavallının etlerini akbabalar yiyecek, gözlerini oyacaklar diye eğilerek annesinin cesedini belinden tutarak doğru kısrağa yükledi. Takibedenleri atlatıp ormana girdi. Annesinin cesedini yüreği sızlayarak büyük bir acı içinde toprağa verdi, üzerine büyük bir taşla işaret koydu.

Şafak söküp yeryüzü aydınlandı. Almambet gitmek istedi ama, güneşi orman, düzlüğü düşman örtmüştü.

Almambet, dindar biri idi, bir fırsatını bulup bu sıcakta dağ deresine dolu yağdırdı, ormana sel bastırdı, düzlüğü kara dumanla örttürdü.

Kılceyren’e binen Almambet güpegündüz yağmurdan kaçan askerler arasında dolaşıp atlarını beraberinde sürerek ormandan çıkıp Altay’ın yolunu tuttu. Tam on bir gün yol yürüdü.

Kökçö ile vaatleştiği günün üzerinden altmış gün geçmişken yoldaşlarıyla atlanan Kökçö “Almambet verdiği sözü tutacak, dost için ateşe girecek, namus için canını verecek bahadır sözünden dönmez, vaatleştiğimiz yere gelmişti” diye gök nehirin kıyısını takibetti. Öğlen olduğunda kenardaki dağ yolunda toz duman çıktı. Kökçö dikkatle bakınca kanlı atları sürerek gelenin Almambet olduğunu gördü.

Güz aylarının sonunda Er Kökçö Almambet’i babası Aydarkan’ın avuluna götürdü. Aydarkan, mal ve servete düşkün biri idi, o altı yüz atı arasında küçük bir kısrağı bulup kesti.

Almambet Kökçö’nun karargahındaki birinin evinde barınıp, dokuz yıl bekar yaşadı. O halkın sefil yaşamına acıyıp, bir yararım dokunsun diye, Moğolların, Tırgotların, Kalmukların atlarını, sığırlarını ve develerini getirerek yoksullara paylaştırdı. Yılda üç dört kez at getirip fakirin karnını doyurdu, yoksulu zengin kıldı.

Almambet ‘diliği, dürüstlüğü, samimiliği ile obacakta değer kazanmaya başladı. Zavallılar, fakirler, şikayetçiler, kocasından boşananlar önceki gibi baylara ileri gelenlere, efendilere, beylere değil, bu belalı gaddar Çinli Almambet’e gelmeye başladılar. Almambet herkesin şikayetini, derdini dinliyordu. Kimsenin servetine, zenginliğine, şöhretine bakmıyordu. Herkesle yüzyüze konuşup, davanın köküne iniyor, kavgayı yatıştırıp meseleyi adil bir şekilde çözüyordu.

Kazakların, daha önceleri adillik taslayan bilgiçleri, hakimleri maslahattan, hakimlikten, ganimetten mahrum kaldılar. Bir defasında ileri gelenlerden altmış kişi bir araya gelip anlaştılar. Hile düşünüp, kendilerinin Almambet’e denk gelemeyeceğine kanaat getirdiler. Kardeş gibi birbirine yakın olan Kökçö ile Almambet’in arasını açtılar.

“Nazlanan güzel Ak-Erkeç namussuzluk edip yanına erkek aldı. Kadın erkeğe düşmandır. Babasını, askerlerini öldüren bu Çinli sana acır mı, Almambet seni öldürüp tahtına oturup Ak-Erkeç” almak istiyor, onu ortadan kaldır” diye hep birlikte bir masal uydurup Kökçö’yü sarhoş ederek Almambet’e karşı çıktılar.

Kadınlara düşkün, safdil ve kaba olan Kökçö, mümtaz beylerin necis dedikodusuna inanarak Almambet’i kalabalığa öldürtmek isterken bahadır kılıcını çıkarıp kendini korudu, bir kaçını yıkıp ölümden kurtuldu.

Öfkelenen Almambet’e beyaz sarıklıların akıllısı, ipek elbise giyen güzel Ak-Erkeç ağlayarak şöyle akıl verdi: “Yolda Kırgızların bahadırı Manas’a uğra, senin kıymetini bilse bilse o bilir, sözümü unutma.”

Karargahtan giden Almambet epey yürüdükten sonra “Kökçö sarhoşluğundan bana bunu yaptı, kendine gelip gerçeği öğrenirse peşimden adam gönderir” diye pek uzağa gitmeden savaş atı olan Kılceyren’i otlağa bıraktı, yollara bakıp bir gün yattı, iki gün yattı, üç gün yattı. “Kökçö değişmiş, niyeti bozulmuş” diye dertlenip ondan umudunu kesen bahadır Almambet atının başını sahraya çevirdi.

Hazret dağında. Ahşap dairesi ardıç ağacıyla tutturulmuş, sırıklarının ucuna kırmızı çuha geçirilmiş, kenarları deyilde kumaşından yapılmış, beyaz çuha ile kaplanmış, işlenmiş ipekle örtülmüş, sırıkları ve duvarları otuz çeşit boya ile boyanmış Karabörk’ün, adetlere göre yapılan on iki kanatlı beyaz çadırında uyumakta olan Er Manas rüya görüyordu.

Manas uyanıp “gece gördüğüm rüya iyi değil. Bunu halka anlatıp yordurayım” diye Kırgızlara haber gönderdi. Kırk gün sonra haber ulaşan yerlerin hepsinden halk geldi. Ya düşmanını yenememiş, ya da hanımı erkek doğuramamış, durup dururken ziyafet vermesinin anlamı nedir? Diye Manas’ın davranışına şaşıranlar oldu.

Manas at kestirip eğlence düzenleyerek ziyafet verdi. İnsanlar dağıldaktan sonra karargahına aksakallıları, bilgiçleri, ileri gelenleri, halkı yöneten beyleri, kırk çorasını çağırıp onlara karın yağı, yele altı yağı yedirip, şarap içirdikten sonra rüyasını anlattı.

“Sevgili halkım, size söyleyeceklerim var, yormanızı istediğim bir rüya var. Gece bir rüya gördüm, rüyamda Ak-kula’ya binip, cebe giyip yol yürüyüp sükunetle geliyordu, karşıma tığı altın, sapı bakırdan olan kırmızımtırak bir kılıç rastladı. Ganimeti elime alıp havaya salladığım zaman vızıldayan bir ses çıktı, keskin olup olmadığını denemek için ev kadar bir taşa vursam, taş et gibi kesilip ikiye ayrıldı, kılıç yere saplandı, kılıcı kuşanıp geliyordum, sağ tarafımı ağır hissettim, baktım ki, deminki kılıç arslana dönüşmüş. Tepeye çıktım, arslanın heybetinden hayvanların hepsi boyunlarını uzatıp eğildiler. Yine yürürken, arslan bir anda atmacaya dönüşüverdi. Beyaz atmaca gökte öterken, bütün kantatlılar yerde korkudan titriyordu. Kuyruk ve başı parlayan beyaz kuğudan beyaz tüyü var, alp kara kuşunun heybeti var; kuşu elime kondurup geliyorken uyandım. Millet, bunun anlamı nedir? Rüyamı yorunuz…” Manas, kıymeti pahalı kaftanı askıya iliştirip kapı söğesine dayanıp başını oturanlara çevirdi.

Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu.

“Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin’e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk’un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö’ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir.”

“Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!” Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay’a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.

“Rüyan gerçek olsun!” dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.

Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.

Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.

Manas’ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.

“Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas’tan izin istiyelim” diye durdu halk.

“Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?” dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.

O zaman Manas şöyle dedi:

“Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!”.

Bugün Manas’ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.

Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas’a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.

Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.

Manas onu gördüğünde rüyamda görünen “Sevgili Er Almambet işte odur” diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet’e gözükmeden dereye girdi.

Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet’i gördüğünü söyledi.

“Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet’e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim” dedi Manas.

“Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli’yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz” dedi Sırgak.

“Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin’in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim.”

Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.

Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet’e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet’in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.

Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet’e yol başlıyordu.

Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.

“Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er…”

Hakan Çin’de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas’ın amcası Bakay’la el sıkıştı.

Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide “evvel amcama, büyüklere sun” diye Bakay’ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.

Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.

O zaman Manas konuşmaya başladı:

“Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır” dedi Er Manas kulağını verip.

Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:

Adını sanımı sorma bahadır,
Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne f
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.

Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:

“Göğlere yükselen Ala-Dağ’ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!”

Manas’ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula’yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula’daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.

Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet’in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet’in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet’in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet’in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.

Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas’a şöyle dedi:

“Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi…” dedi Serek.

Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.

“Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!”

Manas, bahadır Almambet’e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:

“Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun.”

Almambet ses çıkarmadı.

Atların sırasında Ak-kula da vardı. “At benimki” diye Almambet Ak-kula’yı aldı, onun yerine Sarala’yı bıraktı.

Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas’a bunu sormadı.

Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.

“Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı”.

Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.

“Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım” dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.

O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.

Bu sırada yürük atların önü finişe geldi. Birinci yarışı tuynaklarının değdiği yerleri yer ocağı gibi oyan, toz çıkarıp, dağlar üzerindeki bulutlar gibi yayılan duman bırakan Almambet’in Sarala atı kazındı birinci yarışın mükafatı olan yedi yiğit Almambet’e verildi, onlar sevine sevine gelerek sahiplerinin hizmetine girdiler. Bundan itibaren bahadır evinde olduğu zaman kamçısını alıp, atından indiği zaman dizginini tutup oturduğu zaman döşek hazırlayan yedi yiğit Almambet’in emrine geçti.

Almambet’in kalacağına kesin gözle bakan Er Manas yeni dostuna değer verip onu iki gün kırda dinlendirdi.

Tepede yıldızlara yakın kahramana yandaş yatan, kuşlar ile bir arada uyuyan Almambet ile Manas; iki yiğit can sıkıntısını gderip, rahatladılar, iki gün iki gece yattıktan sonra kalbindeki sözleri birbirlerine anlatıp canciğer dost oldular.

Manas atalarının adetince Almambet’e şöyle dedi:

“Şimdi bahadır, Kırgızlara akraba oldun. Yatacağım dersen işte köşk, gezeceğim dersen işte ilim. Gitsen de sana güveniyoruz, kalsan da! Ama kalırsan başımızın üzerinde yerin var.”

“Bahadır Manas, ben hayatımda hiçbir şey görmemiş çocuk gibi biriyim. Çok değişik şeyler yaşadım. Böyle bir zamanda Kırgızlarla geçinebilir miyim, geçinemez miyim diye tereddüt ediyorum. Halkın hakkında, bahadırların hakkında bir şeyler anlat, öğreneyim” dedi Almambet.

Manas şöyle dedi:

“Bahadır Almambet. Tüneğimden inen kutum oldun. Elime konan atmacam oldun! Can ciğer dostum oldun. İşlerim yolundadır. Şimdi sana halkımını durumunu anlatayım. Ecdadımız Türktür. Tanrıya, Yersu’ya Umay Ana’ya tapınıyor. Dağlara çıkıp, güzel yerleri mesken edinir. Sözüne çok özen gösterir. Kanunu ve nizamı ağzında, sırrı yüreğinde, erzağı terkisindedir. Bayrağını, göğün yüzünden ve yanan ateşin renginden almıştır. Damgasını ay ile gökten, canlılardan almıştır. Yiğitler yastıkta değil, şerefleri için savaşta ölürler. Yağmaya çıktığı zaman yoldaşı tulpar avı ile savaş silahı, sırlı mızrağıdır. Özgür kuşlar gibi kışın Batıda, yazın Doğuda dolaşan kaplan gibi kuvvetli halktır” dedi Manas.

Almambet sıra dağlara merakla bakarak şöyle dedi:

“Kendimizden başka halkları ‘vahşiler’, ‘dağ haydutları’, ‘vadi haydutları’ diye kimseyi muhatap saymadan kibirlendik. İnsanın kötüsü vardır, ama halkın kötüsü yok. Her halkta arsalanı da vardır, hayvanı da.”

Manas şöyle dedi:

“Bahadır, Han karargahında babam Cakıp, danışmanı Baka, bütün Kırgızlar var, oraya gidelim?”

Keçe evinin önündeki seçkin yiğitlerden üçü ‘Almambet oğlun geldi’ diye Cakıp Bay’a hanımına müjde vermek için koştular.

Cakıp Bay Semerkand’ın dışındaki Bel-saz denen yaylada kısraklarını sağıp tay etini yiyip kımızdan çekilen şarabı içip yatıyordu. Üç yiğit birbirleriyle yarışarak müjdeyi ulaştırdılar.

“Bay ata, oğlunun bu dünyada yoldaşı, öbür dünyada arkadaşı, savaşta arslanı olacak biri bulundu.”

“Bay ata, oğlunun dövüşte mızrağı, savaşta kılıcı, yağmada yürük atı olacak biri geldi.”

“Bay ata, kaplan gibi saldıran, çelik kılıç gibi parçalayan, çekişen düşmanı sağ bırakmayan Almambet oğlun geliyor. Muştuluğunu söyle, bayım.”

Cakıp Bay’ın cimriliği tuttu.

Muştuluk verecek mertliği gösteremeyip yiğitleri hanımına gönderdi. Sevgili Çıyırdı hanım müjdeyi aldığında karargahından çıkıp hayır dualar okuyarak Tanrıya şöyle seslendi:

“Ah, Tanrım, bundan on altı yıl önce rüyamda Manas’ın yanında Almambet’in bulunduğunu görmüştüm. Ondan beri ne zaman gelir diye bekliyordum, rüyam doğru çıktı. Müjdeye gelen yiğitler develerden dokuzunu üçünüz paylaşın.”

Çıyırdı kuş tüylü teğelti konulan boz yorga (at) sına binip oğlumu karşılayayım diye on iki kadını beraberinde alıp yola koyuldu. Cakıp Bay altmış sakallı ihtiyarı peşine takıp acele hareket etti.

Cakıp Bay Manas ile Almambet’e herkesten önce ulaştı.

“Ah, kurban olayım oğlum Almambet! Sağ salim geldin mi? Seni bize Tanrı gönderdi” dedi Cakıp ağlayıp sakallarını ıslatarak.

Almambet, babasını hatırlamış veya Cakıp Bay’dan memnun olmuş gibi Cakıp’ın göğsünü öptü ve ağladı.

Bu sırada, arkadan saçları beyazlamış Çıyırdı hanımın sesi geldi.

Hanım boz yorgasının dizginini bırakıp altmış ihtiyarın arasından geçerek geldi. “Tanrım bana verdi. Biriciğim çifti geldi.” Çıyırdı deve gibi bozlayıp Almambet’e sarılmıştı. Hanımın memelerinden yeni doğum yapan gelininki gibi süt fışkırıp aktı.

“Sevgili Anneciğim” dedi. Almambet memeleri emerek.

Şöhretli hanım Çıyırdı iki memesini çıkarıp sağ yanına Manas’ı, sol yanına Almambet’i alarak ikizleri emzirir gibi emzirdi.

Otuz yaşındaki oğlu iştahla meme emdiğinde memesini sıkıp, sütünü fışkırtan ve bununla zevk duyan gülyüzlü Çıyırdı’nın gevşeyip durduğunu görenlerin hepsi çok sevindiler.

“Halkım, anadan iki, atadan dört tane oldum” Er Manas.

Cakıp Almambet’in gelmesi münasebetiyle kırk bir hayvanı gariplere ve fakirlere sadaka verdi.

Bahadır Manas Almambet’i kutlamak için sekiz kabile halkını çağırıp ziyafet verdi. Çıyırdı hanımın beyaz evinde meyva konulan geniş sofrayı çevreleyip oturanlar arasındaki Almambet şöyle dedi:

“Bahadır Manas, halkını gördüm, Tanrı bahtını vermiş. Talihin varmış. Ak-kula atını mertlik edip bana verdiğin için memnunum. Babamın evindeyken söyleyeyim, Ak-kula’yı sana verdim. Bana Sarala yeter.”

Almambet’in akıllılığını gören Kırgızlar çok sevindiler.

Dizilmiş olarak bekleyen kalabalık halkın ortasında Manas, yanında Almambet ve kabile reisleri yer almıştı.

İki yiğit beyaz söğüt çubuğunun uçlarından tutup durdular. Cakıp çelik bıçakla çubuğu tam ortasından kesti.

Paylaş:

Yorumlar

“10/8) MANAS’LA ALMAMBET’İN TANIŞ OLMASI” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. sevım zengin yorum tarihi 13 Eylül, 2009 13:24

    ruyamda sekız altın kılıç gordum agırkılıçlardı ve onları heybetlı bır adamdan korumam gerekıyo eyer okıliçlari adam benden alırsa buyuk birfelaket olacakmiş onları korumamgerekıyor adamlakarşikarşıya geldık çokkorkuyorum ama adamin elinde yeşil birdemet var parliyo onuyedıyın zaman uçuyomussun ve onuelinden alip yedım bıanda uçmaya başladım altınları saklamam gerekıyo ikışertane yerin alip bır çaybahçesine saklıyorum enson ıkıtane kaldıgında bıtaneyı sakladım bıtaneyı koyarken kotuadamı gordum vekılıç elımdekaldı saklanmaya çalişiyodum yorumunu ogrenmek ıstıyorum

Yorum yap