10/6) MANAS’IN ZAFERLERİ

Yayin Tarihi 3 Mart, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

HAN MANAS’IN ZAFERLERİ

Altay’da şafak henüz sökmüşken uçan kuşlarla birlikte ak bulutlar da sanki Manas’ı yolcu ediyordu. Er Manas, Ala-Dağ yolunu tutup gökteki yıldızları seyrederek düz yol ile gidiyordu.

Gök yeleli bozkurt Manas yanına erzak almıştı, iyi yerlere dikkat ediyordu, kabileleri, ormanları, küçük tepeleri dolaşıp, sıra halinde uzanan dağları, geçitleri aştı, taşlara bastı, yorulan Argımak atının üzerinde oturup çeşit çeşit otlar arasından geçerek ince yapraklı, bilek kadar otlu, maralı koyun kadar olan bereketli Karkıra’ya rastladı. Karkıra’yı geçtikten sonra, yüksek dağların ortasındaki gözyaşı gibi temiz, bin pınar akan Isık-Köl’ü gördü.

Bahadır Manas attan inip mağrur duran Ala-dağ’a, mübarek Isık-Köl’e doya doya baktı, dizlenip toprağı öptü, toprağa ağzını değdirerek Tanrıya sığındı.

“Kutsal Tanrı, vatanı görmeyi nasibettiğin için sana şükürler olsun! Ala Dağım bana güç ver! Isık-Kölüm hasiyetli güç ve temizlik ver. Atalarımın kusurunu gidereyim, düşmanları kovup çıkarayım, halkımı kendi topraklarına toplayayım. Huzurunda yemin ederim…”

Bahadır Manas gölde yüzünü yıkadı, oynayıp yüzen balıkları seyretti, sevincinden gözleri doldu:

“Ah, canım Isık-Köl aradığım yer sen değil misin! Buraya insan yerleşmez mi böyle hoş yer, böyle hoş göl nerede bulunur ki?” Manas’ın vücudu gevşeyip, kendini gökte uçan kuşlar gibi, süzülen beyaz bulutlar gibi özgür ve keyifli hissetti.

Eyvah, eğer buralar dar olmasaydı, tam Kırgızların kısmetine yazılan yer imiş diye, bu yerlere sahiplenen atalarına şükretti. Ama bu toprakların şimdiye kadar Kalmukların elinde kaldığına eseflendi. Akbalta’nın gösterdiği akılı hatırlayıp, onun tarif ettiği yol ile aziz Koşoy amcamla görüşeyim diye tepeleri çukurları aşıp, rüzgarlar yarışarak gidiyordu.

Akıllı Koşoy yaşlılığa boyun eğmedi. O kadar dayanıklı idi ki, hal’ delikanlı gibi gözüküyordu. Önceki karakterinden, yiğitliğinden, dürüstlüğünden hiçbir şey kaybetmemişti. Gayretinden taviz vermemişti. Onunla yarı yaştaki dostları ise gözlerinde çapak oluşup, kuvvetten düşmüş, yerinden kalkamaz, ata binemez hale gelmişlerdi. Evlerinin dibinde oturup havlayan köpeklere, böğüren öküzlere, dolaşan atlara bakıyorlardı, hiç konuşmadan! Akşama kadar bükülüp otururlardı. Akşamleyin gelinlerinin yemeğini beklerlerdi, bunamışlardı.

O Koşoş Han’ın, sallanan beyaz sakalı altın kemerine ulaşmıştı, gözleri keskin, karakuş gibi uyanıktı, hikmetli sözleri kaideye uygun şekilde söylerdi, yemeğini nezaketli yerdi, zihni açıktı. Onun adını duyanlar ona “Koşoy Han”, “Koşay Ata”, “Han Ata” diye diz çöküp saygı gösterirdi.

Han Koşoy epeydir ocaktaki ateşe bakıyordu. Bir anda yan cebindeki kurt aşığını eline alıp ayı derisine attı. Aşığın pozisyonu iyiliğini gösteriyordu.

Bahadır Koşoy, Manas’ın geleceğini evliya gibi bildi.

At-Başını, Geç-Töbösünü yerli yerine yerleştiren büyük kalesini taştan yaptıran, şehir kuran, yedi bölgedeki Kırgızları düzeltip halk yapan, eşsiz yiğit, akıllı, kulağı delik, keskin bakışlı Er Koşoy, hanımına gece gördüğü rüyayı yorumlattı. Koşoy han’ın hanımı beyinin kiminle karşılaşacağını önceden söyleyebilen kadın idi.

Han Koşoy’un söylediği böyle idi:

“Gece bir rüya gördüm. Rüyamda hançer kılıcımı doğuya doğru sallamıştım, o taraftaki kara dağ ikiye ayrıldı. Bu nasıl rüyadır? Elinde altın bağı var bir kara kuş almışım. Onu dünyanın dört bucağına bırakmışım. Ona yardım eden kimse yoktu. O bir arslanı avladı. Bütün canlı varlıkları öldürüyordu. Pekçok Kırgız onun gölgesine sığınmıştı. Bu nedir? Bu rüyamı yor, hanım!”

Hanımı rüyayı şöyle yordu:

“Bayım, kınından çektiğin kılıcın Doğuyu yakması, Altay’a sürülen Cakıp’ın yalnız oğlu Manas’ın gelmekte olduğun işarettir. Cesaretine cesaret katacak, sana el, yaka olacak, Bahadır Koşoy amcam diye aleme han olacakmış! Bıraktığın karakuş kahraman Manas değil mi? Açılan eteğin kapanacak, kopan bağların ulanacak, sönen ateşin yanacak, ölen ruhun dirilecekmiş!”

Hanımın sözü bitmek üzereyken, dışarıdan Kutunay denen nöbetçi telaş içinde Koşoy’a haber getirdi.

“Sevgili Han Koşoy, insandan daha değişik alp gördüm, böyle insan olur mu, karşısına çıkan yaşar mı? Benzeri görülmemiş bir adam geliyor. Boyu dağ kadar var! Böyle bir yiğit görmedim. Kara benekli kaplan gibi atılıyor. Kuyruksuz gök yeleli arslan gibi saldırıyor.”

Bu haberi duyan han Koşoy, sanki hanımı oğlan doğurmuş gibi sevindi.

“Tanrım gönderdi! Hızırın yardım ettiği halk imişiz. Atalarımızın nesli Ala Dağ’a geliyor, onu görecek günler de varmış!” kahraman Koşoy, acele atına binip misafiri karşılamaya çıktı.

Koşoy amca el ayasını alnına yaklaştırıp aşağıdaki yola baktı, ki doru benekli tulpar (at) a binen, ok geçirmeyen elbise giyen, dağın yarısı kadar kocaman bir arslan geliyordu. O, arslan Manas’ın ta kendisiydi.

“Tanrım kaybettiklerimiz bulundu, bir avuç kadar Kırgızın şerefi böylece korunmuş oldu!” diye ağladı Koşoy, gözlerinden yaş akıtarak.

Arslan Manas, görünen askerlere doğru hiç sallanmadan hızlı bir halde geldi.

Er Koşoy ok geçirmeyen elbise giyip koyu doru atına binmişti. Uzun bıyığı sarkmış, patlak gözü çoban yıldızı gibi parlıyordu. Kulakları kalkan gibiydi. Savaş silahlarını kuşanıp bileğine altın çerçeveli baltasını takarak Opal dağı gibi kurulmuş duruyordu. O Manas’ın karşısına çıkıp selam verdi.

“Cakıp Bay’ın biriciği, oğlum Manas sağ mısın? Çınardan kalan ufak dalım, atadan kalan evladım Manas var mısın?”

Er Koşoy kucağını açarak yavrusuna sarılan kuş gibi Manas’ı bağrına bastı. Ağlayan Koşoy’un gözyaşları kara yağmur gibi akıyordu.

Bahadır Manas, şöyle dedi:

“Aksakallım Koşoy amca, tedbirli üstad, evliya, yukarı çekersen desteğimsin aşağı çekersen dayangacımsın, yürürsem aydın yolumsun arkamda şanlı ordumsun! Er amcam Koşoy, sağ mısın?”

Er Manas, Koşoy’un karargahına geldiğinde koşa koşa halk ona selam vererek bağırdılar, sevindiler: “Manas” diye çığlıklar attılar.

Bahadır Koşoy, dua ederek kurban olarak kısrak, ay boynuzlu inek kesti. Koşoy’un kalesinde büyük şölen oldu.

Er Koşoy ile Bahadır Manas gece boyunca uyumadılar, birbirlerine başlarından geçenleri anlattılar. Hiçbir şey saklamadan yüreklerindeki sıkıntıları çıkarıp boşaldılar.

Han Koşoy, Altay’a giden Kırgızların haberini aldıktan sonra, ne yapacağını şaşırdı. Gülse mi, ağlasa mı, bunu bilemedi, zavallı Koşoy!

Er Koşoy amca, Manas’a şöyle dedi:

“Oğlum Manas benim yerimi sorarsan, Mediyan’ın çölünde, Evliyanın geçtiği yerde, Baabedin denen anneden doğdum. Deden Nogoy Han öldüğünde, Kalmuk ve Çinliler, Kırgızları kamçıya göre taksim ettiğinde, canımı terkilere bağlayıp, kuşağımı kuşandım. Çevik kırk yiğidi yanıma alıp kalabalık Kalmuk ile tekbaşıma savaştım. Nice erkekler, öldüler, kırk yiğidim de öldü. Ben yetmiş yerden yaralandım. Akrabalarımın hayaleti bile gözükmedi. Bitkin halde dolaştım. Sonunda kimsenin bulunmadığı bir dağa çıkıp kurtuldum. Çeç-Töbö’de beslendim, yer edindim. Başıboş dolaşanları toplayıp bir yere yerleştirdim! Çaylağı eğiterek onu alıcı kuş yaptım, muhtelif kabilelere mensup kimseleri toplayıp canlandırdım! Akrabalarım az olsa da çevrem sağlamdı.

Peygambere benzeyen Kataganlı, ak sakallı Han Koşoy oğlu Manas diye söylüyordu, evliya gibi konuşuyordu:

“Terk-i dünya olup dolaşırken, Kırgızlar fedak’r, canlı, ileri görüşlü bir millettir, bu milletten bir yiğit çıkacaktır diye umutlanıp seni bekledim…”

Kahraman, akıllı Koşoy amca, oğlum Manas diye söylüyordu, anlamlı konuşuyordu.

“Oğlum, ne zaman Altay’dan göç edip kendi yerine geleceksin? Azıcık halkına ne zaman direk olacaksın? Tek başına kalan, sahipsiz kalan milletine ne zaman sahip çıkacaksın? Gel Isık-Kölü’nü bul, kulun (tay)lar seni bekliyor, kırk kabile Kırgızın ayağa kaldır.”

Manas şöyle dedi:

“Özlediğim yiğit amca, evliya sıfatlı imişsiniz. Sizi görünce canıma can katıldı. Atalarımın Karkırasını, Isık-Köl’ü, Ala-Dağ’ı gördüm. Hasret giderip rahatladım. Ala-dağ’ı yer edinen, yalnız kılıç kuşanan, Kalmuk Çinlilerle savaşıp yer kapışıp yaşayan gayretli Kırgızları gördüm. Etkilendim, Cesaretim arttı, hasretim bitti. Şimdi Koşoy baba, Altay’da bir grup Kırgız kaldı. Çinliler çok, Kırgız az. Kalabalık Çinlilere tek başıma saldırdım. Çinlilerin öcü kaldı, ben onlara varayım.”

Bunu işiten Koşoy amca üzüldü, gözlerinden yaş döküldü:

“Arslanım Manas, sözümü dinle! Koynu geniş Ala-Dağ’ı babalarının toprağı Tekes, Alay, Andican, Yedi-Su’yu zamanı geldiğinde görürsün. Çinliler asker gönderip Altay’daki halkına zulmetmesin! Neslimizi kurutmasın! Oğlum bir an önce geri dön! Kırgızları toplayıp Ala-Dağ’a göç! Ölmezsem, fazla geç kalmadan ardından gelirim, seni ararım, yer yeşil otla kaplandığında, halk yerleştiğinde, yaz geldiğinde karşına çıkıveririm. Nöbetçilerden haber geldi, Çinli Esen Han, Kırgızları keseceğim diye hazırlanıyormuş… Acele et, oğlum acele et!”

“Koşoy amca, dileğin cana kuvvet olsun! Sözlerin düşmana ok olsun!” diye Tanrıya sığındı Manas.

İnsanları iyi anlayan Han Koşoy adı ulu Manas’a dikkatle bakıp onu denedi :

Altın ile gümüşün,
Tozundan yaratılmış gibi.
Gök ile yerin,
Direğinden yaratılmış gibi.
Ay ile güneşin,
Işığından yaratılmış gibi.
Altı kalın kara yerin,
Dayandığı direkten,
Ay ışığı altındaki ırmağın,
Dalgasından, yaratılmış gibi.
Havadaki bulutun,
Gölgesinden yaratılmış gibi.
Gökteki ay ve güneşin,
Işığından yaratılmış gibi.

“Er Manasla kimsenin başa çıkamayacağı belli. Hasetçiden nazar, kötü niyetten dil değmesin.” Dedi tecrübeli Koşoy memnun olarak.

“Karşına kimse çıkmasın, peşine düşman düşmesin! Karşına çıkan düşman mert olsun!” dedi. Adet üzerine Han Koşoy iyi yolculuk dileyerek. O, yere ve suya sığınarak, Tanrıya Manas için hayır dua etti.

“Geldiğin yoldan gitme! Geçtiğin suyu tekrar geçme! Uyuyan ulu dağların üzerinde uçarak yuvana ulaş!” dediler bahşılar davul çalıp sıçrayarak.

Er Manas Altay’daki Kırgızlar koklayarak kuvvet bulsun diye atalarının yerinden bir avuç toprak alıp mamır otuyla birlikte beline bağladı ve Koşoy ile vedalaşıp Altay’a doğru hareket etti.

Sırt üstü yatan büyük bahadırlar gibi uzanan Ala-dağ sanki Manas’ı uğurluyordu.

Çin hanı Esen Han’ın altın sarayının kulübelerinde ateş yakılıp, davullar çalındığında tüm şehir yankılandı, bir günlük mesafede bulunan yerlere kadar haber gitti. Han vezirleri, danışmanları, komutanları, büyükleri, ileri görüşleri Esen Han’ın sarayına telaşla toplandılar.

Esen Han kahrolarak şöyle yarlığ verdi:

“Bu piç kaçak Kırgızlara devleri, büyücüleri kaç kere gönderdik. Ne sağ dönen oldu, ne ganimet ile döner oldu. Yakında rahipler Kırgızların tek bahadırı olan Manas’ın Ala-dağa göç etmek için yer görmeyi gittiğini haber verdiler. Fırsat gelmiştir. Kırgızları soyup soğana çevirmenizi emrediyorum. Halkı yok olunca, Manas’ın kökü kesilecektir. Yalnız ağaç çınar olmaz. Binbaşı Coloy bahadıra ok işlemez zırh giydireceğim. Ordubaşı yine Mançu Neskara olacak. Danışmanınız büyücü Karacay olacak. Öcümü alacak bahadırlarım, öleceksiniz Kırgızlarla çarpışarak ölün! Onları yenemezseniz Çin seddini geri döneyim demeyin!”

Alemi altüst eden Coloy adlı bahadır, hanının önünde eğilip diz çöktü. O bir oturuşta yirmi okkadan fazla buğday yiyip hiçbir şey yememiş gibi kalkan ev kadar kocaman biri idi.

“Ulu gökyüzü altında eşsiz olan merhametli Esen Han! Huzurunuza Kırgızları yok etmeden gelmeyeceğiz. Manas’ın başını alıp geleceğiz!” dedi. Coloy, askerleriyle yemin ederek.

Ok işlemez, yumruk kadar düğmesi olan zırh giyen, kuzgun gibi uçan ata binen, çelik baş Kalmukların han Coloy’u ağzından duman gözlerinden alev çıkararak ordusunu harekete geçirdi. Bu biçimsiz kafirin boyu posu şöyleydi: saçları dağınık, hemen yutacak gibi hırslı, kudurmuş domuz gibi, kaşları yanmış orman gibi, hergele çobanın giydiği deri çizmelerine benzeyen kalın dudaklı, geniş kısa boylu, kalın yanaklı geniş omuzlu bir boğanın etine doymayan acayip pehlivan biri idi.

Coloy’un peşinde at oyuncusu, yürük atlı kavgacı pehlivan, iri yarı Neskara, onun peşinde papağan kuyruklarıyla süslenmiş koyu doru katırına binen Döödür Alp, onun peşinde kırmızı kolsuz kürk giyen, sancağın altında duran okumuş, nişancı Karacoy, Kırgızların kökünü kurutmaya geliyordu.

Sayısız ordunun içinde ateşten çekinmeyen devler, pehlivanlar vardı, bir bölümü süvari, bir bölümü yaya olan, kargı ile silahlanmış askerler, mızrakçılar, kurnaz yaycılar, baltacılar, kementçiler, çok sayıda nişancı, büyücü, yakarışçı olup, yeri sallandırarak geliyorlardı.

Çin hanı Esen Han’ın askerlerinin gelmekte olduğunu Altay’daki Kırgızlar iki gün evvel öğrendiler. Ala-Dağ’a, Koşoy’a giden Manas’tan haber gelmediği için telaşa kapılan Akbalta, iki Kutubiy birbirine danışarak gündüz dinlenmeden gece uyumadan avulu Bin Su’dan geçirdiler. Çam ormanlarını dolaştılar. Ulu dağ’a göç ettirdiler. Kuvvetli yiğitler ise düşmanın önünü engellediler. Kutibiy Oralma dağının burnunda durup düşmanları gözetliyordu.

Aman Allahım, kara kurt gibi çok sayıda asker tozu dumana katıp, yeri göğü sarsarak sel gibi taşıp ak sancakla akın akın geliyordu.

Kutubiy yeşil sahradan bulduğu Telkızıl atını sağdan soldan kamçılayarak Kırgızlara geldi ve vahim haberi ulaştırdı. Bu arada :

“Size ejderhanın ayağına basmayın, Çinlilere dokunmayın diye söylemiştim. Şimdi beni derde soktunuz.. sonunda bunu göreceksiniz. Akbalta, sürekli Manas’ı şımartıp yapacağın bu muydu! Hani senin bizi Çinlilerden kurtaracak Manas’ın? O başıboşun nerede olduğu belli değil! Kahrolası hayırsız Akbalta!” dedi Cakıp hiddetlenerek.

Akbalta yerinden fırlayıp şöyle dedi:

“Olsa olsa ölürüz, Cakıp. Ölmeyen kim var? Döşekte yatarak ölmektense, savaşarak ölmek daha iyi değil mi? Ölümden korkan onurlu mudur? Dertli başımız yere girinceye kadar, Kara Hitay Mançu ile çarpışmayalım mı yani! Manas bizi Kalmuklara ezdirecek biri değil. O ya bunu bilmiyordur, ya da buraya ulaşamıyordur. Kalmuklara boyun eğeceğimize çarpışarak ölelim! Gayrete gelin millet!”

“Düşmanın önünü keselim!” dedi Bozkurt Kutubiy haykırıp, Kırgızı düşmana bırakıp arslana nasıl cevap vereceğim diye gülümsedi, aç arslan gibi gerilip, demir mızrağını eline aldı.” “Manas” parolasını haykırarak tek başına düşmanlara saldırdı. Sağa sola bakmadan, canını dişine takarak düşmanla burunburuna geldi, mızrağını iki sıra yiğide sapladı, kılıcı kırılsa yayını çekerek dişediş dövüştü.

Yetmiş aile kırgız içerisinde düşmandan kaçan sadece Cakıp oldu.

Akbalta gelen düşmanı görüp azıcık Kırgız askerlerini idare etti.

Aç buudan atı gibi kabaran Coloy, ellerinde bayrak tutan askerlerini Kutubiy’e doğru harekete geçirip akını başlattı. Oklar dolu gibi yağdı. Yay okları ateş olup yanıp değdiği yeri yakıyordu. Yiğitlerin topuzu ve sırhları parçalanıyordu.

Kutubiy’in Telkızıl atı ermiş bir tulpar idi, yiğidin atı yiğitle eş idi. Gerektiği yere kalabalığa kendisi girerdi, bazen dört ayağıyla sıçrayıp, yiğitler gibi dövüşürdü. Gerektiği yerde kendini bir yana atıp düşmana fırsat vermezdi. Bunca düşmanla tek başına savaşan Kutubiy’i gören kuvvetli, cesaretli Akbalta “Canımız bir, kader ahbabım, ecel gelmişse ölürüm, ölmezsem seni kurtarırım” diye Kulager atını kamçıladı ve bağırarak kalabalık arasına girdi.

Ay gibi sarı çölde savaş yedi gün sürdü. Er Balta amca, yedi yerinden yaralandı, iki gözü hasar gördü. Cesaretli Kutubiy, doksan yerinden yaralanıp kanlar içinde kaldı. Askerler kuvvetten düşüp halsizlendiğinde Çinliler demir iple kuşatıp belini bükmek üzereyken Akbalta miskin bir halde vasiyetini söyledi:

“Sevgili Kutubiy, baktım Manas görünmüyor, gebereceğiz. Arzu ettiğim Ala Dağ’a ulaşmadan öleceğiz, kafirin elinde öleceğiz.”

Akbalta’nın sözünü işiten Kutubiy sanki vücuduna bir şey batmış gibi fırladı.

“Amcacığım, Akbalta bereketim! Bahadır senin gibi olur mu? Kalmuklarla çarpışsak Balta amcam yardım edecek, düşmanın heybetini kıralım diyecek, derdim. Yiğidin eceli yiğitten gelir. Amca ne dersin? Kuvvetten düşmüş isen altın var, vur kaç savaş yaparız! Dayan amca!” dedi Kutubiy Telkızıl, atına rastgele tepinip, gözlerinde ateş çıkıp Balta’nın bindiği Kulager atın dizginini elinden alıp ileri atıldı. Tulpar gibi ince kuyruklu yürük at olan Telkızıl, deh der demez acayip heybetli göründü, dağ sırtını, tepelerini aşıp iki yiğidi kurtardı.

İki yiğit arkasına baktı ki, Kara kalmuk ve Çin askerleri artık gözükmüyor.

Bu esnada Akbalta, Kutubiy’e çocuğu gibi yalvardı.

“Kurbanın olayım Kutubiy sönen ateşimi tutuşturdun, ölen canımı dirilttin. Canım sana kurban olsun. Ölmezsem halkıma bunu anlatacağım, eski Noygut halkına seni han yapacağım!” dedi Akbalta yere dirsekleriyle dayanarak.

Yiğitler, şafak sökünce atların kişnemeleriyle uyandılar. Buna sevinen, sadece Kutubiy ile Akbalta değildi, onların iki atı da kişneyip ön ayaklarıyla yere vuruyordu.

Tümsekli dağları yankılandırarak kişneyen Manas’ın atı Teltoru idi.

Göz kırpıp açıncaya kadar boz tepe ile burundan Gök yeleli Bozkurt manas birdenbire güneş gibi parladı. Onu gören Akbalta ile Kutubiy’in sönen ateşi yeniden tutuştu. Tekrar ggayrete gelip cesaretlenen iki yiğit Çin ve Kalmukların kalabalık askerinin önünü kesip atılıp gelenleri saf dışı ettiler.

“Ey, arslanım Manas var mısın? Ey yalan dünya daha göreceğimiz güneş, içeceğimiz su varmış!…” Akbalta’nın gözlerinden yaşlar akıyordu.

“Balta amca sağ mısın?” dedi Manas, bağırıp “Göç edenleri gördüm, halk sağ salim! Sadece ikinizi bulamadım. Çok merak ettim.”

Bu esnada Cakıp, Toruçar atıyla sallana sallana çıkageldi. Manas’a iki yiğidin Çinlilere gösterdiği kahramanlığı anlattı.

Cakıp Bay’ın sözünü işiten Er Manas düşmana arslan gibi atıldı.

Gök yeleli Bozkurt Manas, sır mızrağını eline alıp öfkeyle bağırarak Çinli ve Kalmuklara saldırdı.

Manas, Cakıp geldiğinde zavallı Balta zırhını giyip beyaz kartal gibi bağırdı:

“Hey, arslanım sağlıklı geldin mi?” Kendisi kaşınan Çinlilerle dövüşüp eğlenelim! Halk uzaklaşıncaya kadar savaşı yapalım, oğlum Manas sözümü dinle!”

“Ne diyorsun, Balta Ağa?” dedi Manas, silkinerek. Manas silkinirken dağlar sallandı. “Seni Kırgızların okumuşu biliyorduk, bu söz de nereden çıktı? Vur kaç savaşı yaparsak Kırgız’ın Manas’ı kaçtı demezler mi? Bundan düşman cesaretlenmez mi! Arkamızdan kovalıyan birer birer yakalamaz mı! Balta amca, seni dinlemem! Ecelim gelmişse öleyim!”

Akbalta utancından ölecek gibi oldu.

“Yapma, Akbalta kuvvetten düşmüssün! Evine dön! Ecelim gelmişse ölürüm! Ben bunlara saldıracağım! Bunlardan öcümü almadan nasıl yaşayacağım!” Manas dişlerini gıcırdatıp hiddetlenerek Toruçar atının başını çevirdi, silkinerek iki yanına bakındı.

Kan kaybından halsizlenen Akbalta çok üzüldü, alındı, telaşlandı, gözü doldu. O ellerini kaldırıp Tanrıya yalvardı:

“Ah Tanrım! Bu Manas binlerce askere tek başına girdi. Yalnız at yokuştan geçmez. Manasın yalnız başına başa çıkamaz. Gökte ay olmazsa gece nasıl olacak? Çinlilere yenik düşerse azıcık Kırgızın hali ne olacak? Kuvvetli Çinlilere yenilirsek adımız kötüyü çıkar, dünyada kötü adımız kalacak, Tanrım güç ver! Biricik Bozkurtu koru!”

Akbalta’yı Manas’ın çorosu evine götürdü.

Manas, kınsız kılıcını kuşanıp yağmurunu dökecek bulut gibi heybetiyle kırklar ve Kutubiy ile beraber Toruçar atının yönünü çevirip gelmekte olan kalabalık düşmana doğru yöneldi.

Çinlilerin cesur yiğidi, tecrübeli, açık göz Neskara arslan Manas’ı gördüğünde, az kalsın kendini kaybedip atından düşecekti.

“Ah, babam Coloy, şuna bak! Benim gördüğüm şu belayı gördün mü? İşte tepedeki benekli ata binen adama bak, suratı değişik, acaip güçlü, heybetli biriymiş. Siyah benekli kaplan gibi saldıran, çolak gök yeleli arslan gibi ağzını açan, görünüşünü gördün mü? Onunla çarpışan sağ kalmaz! İşte o Manas’ın ta kendisidir! Başa çıkılacak arslan değil. Bu korkunç Kırgız hayatta kaldığı sürece, göreceksin, Pekin’in altüst edecektir. Coloycuğum, akılla iş görelim, onunla çarpışmadan at hediye etsek mi acaba? Şimdilik barışıp sonra daha fazla asker toplayıp yakalasak?

Coloy şöyle dedi :

“Büyüğümüz Esen Han gönderdikten sonra, savaşmadan nasıl gidelim”

Dönersek Manas’tan korkup kaçmışsınız diye başımızı almaz mı? Bize kalsa bu kan içenle, dövüşür müydük. En iyisi hep beraber harekete geçelim! Askerleri sürelim. Onlar yorulup kuvvetten düştüğü zaman yakalarız!

Coloy ile Neskara kurulup duran Manas’a önce askerlerini sürüp kargalar gibi atıldılar.

Pehlivan Karacoy’un komuta ettiği bin yürük atlı, gergedan binen Döödür Alp’ın komuta ettiği bin savaşçı, Boroonçu’nun komuta ettiği bin yaycı, kılıç kullanan bin askeri idare eden Neskara ve Coloy askerlerin arkasından bağırıyordu “İleri! Pis Kırgızları yakalayın!..

“Manas’ı boş bırakırsanız, yandınız pehlivanlar, hepinizi geberteceğim! Saldırın!”

Pehlivanlar bunları işittikçe meşhur gök yeleli Bozkurt Manas’a kudurmuşcasına saldırıyordu.

Oşpur’un oğlu Kutubiy küçüklüğünden beri Manas’a sadık candan dost idi. Manas’a yiğitçe şöyle dedi:

“Baktım, can dostum Manas! Hayatta kaldığım sürece yanında olacağım! Ecel gelmişse beraber ölürüm! Bu kafirler ile kuvvetimiz tükenene kadar, ölünceye kadar savaşalım, Manas!”.

Bunu işiten Bahadır Manas daha cesaretlendi, kendini yenilmez arslan gibi hissetti.

“Karınca gibi Çinlileri kurutalım, sürelim! Çinli, Kalmuk, Mançu savaşmadığımız, çarpışmadığımız halk değil ki! Yenmediğimiz halk değil ki!..”

Er Manas, Kırmızı Toruçar atını okun delemediği zırhla örterek Çinlilere karşı nefretle savaşa girdi.

Düşman yeryüzünü duman gibi kaplamıştı, gökteki yıldızlar kadar çoktu. Çinlilerin çokluğundan kara toprak görünmüyordu, gök ve güneş görünmüyordu.

Bahadır Manas, Toruçar atıyla saldırıya geçip dağ gibi pehlivanları safdışı etti, kılıcıyla kesti, dalgalar gibi gelen Çinlileri tarumar etti. Her yer toz duman oldu, dağ deresinde pınar gibi kanlar aktı.

Kahraman Manas, Hızır’ın duası okunan gök yelesiyle kalabalığa girdi. Çinlilerin kırk pehlivanını ortaya alarak yağmur gibi ok yağdırdığını görmedi.

Kırk oğlanın öldüğünü Manas sonra öğrendi. Çocukluğundan beri beraber büyüyen, beraber oynayıp, beraber yatıp kalkan, beraber at koşturan çorası kırk oğlandan ayrıldığı için, onları kurtaramadığı için Gök yeleli Bozkurtun gözünden yaş döküldü, kemikleri sızlayıp üzüntüye boğuldu.

Kahraman Manas’ı işte şimdi görmelisin ki, o sağa sola bakmadan, ölümü hiç düşünmeden, kırk arkadaşının intikamı için dalga dalga gelmekte olan Çinlilerin yiğitlerini sırasıyla gebertiyordu.

Çevik, tatlı dilli, dövüşmeden geri kalmayan müthiş bahadır Kutubiy ok gibi hızla Kalmukların Borunçu denen bahadırına taşa, çamura girmiş gibi giren sırlı mızrağını sapladı.

Gözde bahadırının öldüğüne öfkelenen Neskara ve Coloy “Esenhan’ın karşısına canlı gitmeyelim” diye kalabalık Çinlilere bağırıp Kutubiy’i kuşattılar. Kutubiy sadakçı, yaycı, mızrakçı pehlivanların kuşatmasında kalınca hayattan umudunu kesti.

Arslan Manas çaresiz kalan Kutubiy’i görüp, onu kurtarmak için kalabalık askerin arasına girdi. Şöhreti alp erleri atından devirdi, kan akıttı, gittikçe hırslanıp kükredi.

Manas’ın ejderha gibi heybetinden, binlerce Manas olup görünen gök yeleli Bozkurttan korkan Çinlilerin bahadırları rastgele kaçtılar.

Manas’ın haykırışı taşları parçalıyordu, çok sayıda Çinli ve Kalmuk’u safdışı ederek bahadır Kutubiy’i azaptan kurtardı.

İki eren, kaçan düşmana göreceğini gösterdi. Biri mızrak savurdu, biri kesti, biri ortaya girse, biri yana çıkıp kaçan düşmana soluk aldırmadı.

Ölen atların leşi dağ gibi oldu. Bir o kadar da yiğit ölmüştü. Ovalar toz duman oldu. Çukurlarda kızıl kanlar akıyordu.

Ölümden kurtulan Çinliler ise ne yapacaklarını şaşırıp, kaçtılar.

Düşman Altay’daki Kara Dağ’a dayandığında Çinli ve Kalmukların bahadırı Neskara, Manas’ın önüne geçti.

“Bahadır Manas sözümü dinle! Kırgızlarda söz uludur. Ululuğunu bileyim, töre bilirliğini göreyim. Arslanlığını gördük. Canımıza okudun, öcünü aldın. Ey bahadır biz sana itaat ettik. Sana atımız, başımız hediye olsun! Başımızı keseceksin işte buradayım! Öldüreceğim dersen işte ordu! Gerçek arslan isen söze gel. Üç gün ara verelim! Cesetleri gömelim! Başımızı toparlayalım! Beyimiz, hanımızla danışalım! Askerler kaçmaz. Üç gün sonra Çinli ve Kalmukların hanı diye seni han yapalım! Halka haber verelim! Sinirlenmeden söze gel, bahadır!

Neskara böyle dediğinde arslan hiçbir şey düşünmeden üç gün ara verdi. Er Manas çarpışmayı durdurdu.

Şeytanı bile kandırabilen Neskara mavi çiçekli elbisesini giyerek askerlerinin yanına gitti ve yelek giyen Kalmuk ve Mançuların kuvvetlerini, Çinlilerin ünlü devlerini topladı.

“Bahadırlar onu üç gün süre ver diye kandırdım. Ona seni han yapacağız dedim. Kırgızlar hayal görüp hazırlıksız yatadursun. Biz Esen Han’dan asker isteyelim. Asker toplayıp kendimize gelelim, onlar saldırana kadar hazırladığımızı görelim. Kırgızları gafil avlayalım!”

Neskara’nın sözünü işiten büyükleri, yiğitleri yelek giyen kuvvetlileri, onun sözünü uygun buldular.

Neskara nişancı karacoy’u yanına çağırdı. Devlet memuru olan Karacoy güzel ata binmişti, altından perçem takmıştı kırmızı yeşil giyinmişti, ay gibi sararmış düzlüğün yarısı düşmanla örtülmüştü. Düşmanı tilki gibi avlayan, bir ok atımındaki iğnenin deliğine vuran, yürük at gibi koşan, çevik Karacoy geldi.

“Bahadır Karacoy artık Çin tarihine damganı vuracağın zaman geldi. Sana at başı kadar altın hediye verilecek! Adın taşa yazılıp ulu saray’a konulacaktır. Bu Manas’ın canı bindiği atında imiş. Atından ayrılırsa işi kolay. Bunu yapmazsan Esen Han bizi köpek gibi cezalandırır.”

Karacoy söz verdi. Çinli ve Kalmuklar taştan barikat kurup düşmana karşı üç gün hazırlandılar.

Çinlilerin kandırdığını Manas, geç anladı.

Verilen süre dolduğunda, üç gün üç gece geçtiğinde, tanyeri ağardığında Çinli ve Kalmukların kalabalık ordusunda davul çalınıp, kaynaşan askerler Kırgızları kuşattılar.

Dev Manas kemerini bağlayıp kalabalık düşmana tek başına saldırıp mızrağıyla devirdi, baltasıyla parçaladı, kalabalığı bozup böldü, onları karıştırıp şaşkına çevirdi. Kahraman Manas Kalmuk beylerini nehire döktü, Kutubiy onların çoğunu yok etti.

Nehirden geçemeyen Coloy suyun akışını takibederek sersem gibi kaçtı. Arkasından beyaz ata binen Karacoy üç bin askeriyle kurtuldu. Nehrin öteki kıyısında duran Coloy geçidi engelleyip, örgü saçlı askerlerini geri çevrip çarpışmaya sevketti, kaçanları olduğu yerde öldürdü.

İki tarafın askerleri nehrin iki kıyısına ayrılıp birbirlerine yay çekiştiler, hakaret ettiler, top yekün savaştılar, zırhlar parçalandı, çarpışma çok şiddetli sürdü.

Kara duman gibi görünen kalabalık düşmanın karşısına, Manas yalnız başına dağ gibi dikildi. Toruçar atını oynatıp düşmanı alt üst etti. Canavar gibi atı yiğit Manas ile aynı gün doğmuştu. O arslan Manas’a layık, yorulmaz, büyük tuynaklı, geniş sağrılı, yürük at idi. At boynunu bükerek kanatlı tulpar (at) gibi uçarcasına koşuyordu.

Toruçarı gören Karacoy gözü dönüp Manas’ı bekledi, ama fırsat bulamadı.

Kalmukların Coloy’u Manas’ın karşısına çıkıp onu Karacoy’a yaklaştırmak için çare düşünerek atını çevirip şöyle dedi:

“Suya konulan tulum gibi kabaran Alp Manas. Atlarını paramparça edip kökünü kazan Coloy benim. Şimdi seni kurutacağım, buraya çık!”.

Bunu işiten Er Manas, atını kamçılayarak Coloy’a bağırdı:

“Kadın değil erkeksen, sözünü tutacaksın, arslansan durduğun yere dur, söylediğinden kaçmadan dur!”.

Er Manas, Toruçarını mahmuzlayıp ejder gibi gazaba gelip, pars gibi gözü dönmüş olarak tereddüt etmeden gürleyerek Coloy’a mızrak fırlattı. Kızan Manas at koştururken Çinlilerin nişancısı Karacoy’a rastladığını farkedemedi. Bu fırsatı yakalayan Karacoy büyük bir taşın arkasına saklanıp Manas’ın Toruçarına ok attı.

Yürük at olan Toruçar dağ koçu gibi gözünü kızartıp yere düştü. Er Manas onun üzerinden sıçrayarak atının başını kaldırdı. Yüreğine saplanan oku çekip aldığında kan fışkırıp akmaya başladı. Gök yeleli Bozkurt, etrafını kuşatan düşmana bakmadan küçüklüğünden beri birlikte olduğu sırdaş ve candostu olan Toruçar atından ayrıldığına çok üzüldü.

Davullar çalındı. Coloy bağırdığında, arslan Manas ancak iki tarafına bakınıp kendine gelerek savaş silahını eline aldı. Onun cesareti hiç kimseye zerre kadar aldırış etmeden, Kalmuk, Çinli ve Mançu’ya on paralık kıymet vermeyerek, gözlerinden ateş saçmasıdır. Cesareti olan Çinliler, ona saldırdıkları zaman büyük yangına tutulmuş gibi kaçtılar. Manas’ın silahına hedef olanlar, can verdiler.

Çinli ve Kalmuk askerleri ölesiye haykırıp onu canlı yakalayacağız diye taş üzerindeki duran Manas’ı kuşattılar, ama ona dokunmaya cesaret edemediler.

Bu sırada kaplan Manas’ın aklına can dostu Çeç-Töbüsü’ndeki Han Koşoy geldi. “Han Koşoy amca, peşinden geleceğim demişti. Gelme zamanı geldi. Şimdi gelse ne iyi olurdu, unutmuş olmasın, amcacığım” dedi Manas.

Manas kendi kendine söylenirken daha ağzını kapatmadan dağ sırtındaki yüksek yayvandan toz duman yükseldi. Yükselen toz dumana bakınca gördü ki, insandan farklı bir ermiş, elinde gök bayrak tutan beyaz sakallı ihtiyar Koşoy çıkagelmez mi! Sarı kaplan yürük atını kamçılayıp, ecelim gelmişse öleyim, Altay’daki Manas’a destek olayım, Cakıp’ı sağ salim Ala Dağ’a getireyim diye Aymanboz atını Manas’a hediye etmek için onu yedeğe alarak on iki bin askeriyle acele gelmekte idi.

Koşoy silahlı askerleriyle tam zamanında yetişip geldi. Koşoy amca, Çinli askerleri görünce haykırarak yay çekip çarpışmaya başladı.

Han Koşoy taş üzerine sıkışıp kalan Manas’a doğru geldi, Aymanboz’u yedeğe alıp haykırarak girdi.

“Ey Kaplan Manas, yurduna vardım, kimse yoktu. Kırgızlar yok olmuş diye çok korktum. Böyle kötü bir rüya görünce hemen sana ulaşayım diye acele etmiştim. Askerlerin izini takip ederek sana geldim, kırk oğlanın öldüğünü gördüm. Seni sağ salim göreyim diye iki gözüm dört oldu. Demek başın sağmış, şimdi ölsem de gam yemem. Atın ölmüş. Bu Aymanboz’a bin, göreceksin ki, sana layık hayvandır. Terkide savaşta giyilecek giysi var, sana hediyedir.”

Gözlerinden ateş saçan Manas gökte aradığını yerde buldu. Boz cepken (giysi) i giydiğinde kayalı dağ gibi göründü. Ön tarafı beyaz altınla arka tarafı baştan başa gümüşle süslenen Moğol eğerini Aymanboz’a yerleştirdi. Üzengisine basmadan sıçrayarak binip yetmiş bin Çinliye karşı tek başına saldırdı.

Kahraman Manas “Manas” n’rasını atarken, hayatta kalan Kırgız ve Kazaklar da Çinli ve Kalmuklara saldırdılar.

Manas, Koşay ve Kutubiy düşmanın canına okudular. Çinlilere nefretle haykırdılar. Çinlilerin yelek giyen kuvvetlileri ve beylerin cesetleri alanı doldurdu.

Er Manas, Çinlileri sürüp geniş Altaydaki dokuz dağın birleştiği dokuz yol kavşağına kuşun uçup geçemediği dar yola geldiğinde Koşoy Han, Manas’a bağırdı.

“Oğlum Manas, beni dinle! Atının başını geri çevir!”

Bahadır Manas, kahrından çırpınıp ihtiyarın sözünü dinlemedi.

“Bırak beni amca! Yolumu kesme! Kuvvetimi gör. Çinli Kalmuk ve Mançuları yağma edeyim. Onları yok edeyim. Öcümü alayım. Hanına kadar kovalayıp tümünü geberteyim! Kendisi kaşınan kafire göreceğini göstereyim!”

İhtiyar Koşoy, at koşturup gelip Manas’ın atının geminden tuttu.

“Gök yeleli Bozkurt Manas, beni dinle! Çinliler böcekler kadar çok, kan içmekten çekinmeyen, ölüm nedir bilmeyen intikamcı bir millet. Akılsızca yalnız başına çarpışacak millet değil. Pekin ile çarpışmak istersen sana el ayak olacak Kırgızın yok. Boşbuşuna tehlikeye atılma! Bir sene hazırlık yapıp adam toplayıp kalabalık ordu oluşturalım. Hazırlandıktan sonra gazaya çıkalım, oğlum! Kendine gel!”

Manas, Hızır gibi yetişen ihtiyar Koşoy’un askerleri nehir kenarında gecelemek için durdular.

Kutubiy, adamlarını saydı ki nice yiğitler ölmüştü. Kırgızlar Tal-Mazardan, Kara-Kırçından taş bulup taşın üzerine şiir yazdırıp diktiler, şehit olan yiğitleri altın gümüşten yapılmış kemerleri, eyerleriyle beraber gömüp, yer suya tapındılar.

Altay’da, Orhon’da mezarların başına dikilen endamlı yüsek taşın üzerine elinde kılıç tutan alp erenlere ithaf edilerek şöyle yazılmıştı:

Tanrım güç verdiği için Han babamın ordusu kurt gibi, düşmanı koyun gibi oldu. Tanrı buyurduğu için illiyi ilsizleştirdik, hanlıyı hansızlaştırdık. Düşmanı tutsak kıldık, dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Bütün Türk halkı için kutsal, altın kurt başlı bayrağı yükselttik!

Er Manas’tan, Kırgız erenlerinden canlı kurtulan Çinliler Pekin’e doğru kaçtılar. Kaçanların başında arabaya binen, yetmiş yerinden yaralanan Neskara, altı yerinden yara alan büyük Coloy, Karacoy ve Döödür denen pehlivanlar vardı. Onlar ordusuna bakmadan yolda ah vah çekip, halsizlenip altmış gün yol yürüyüp dördü birlikte Esen Han’ın huzuruna şaşkın bir halde girdiler.

Gözün ulaşamadığı kule ışıklandırıldı, çanlar çalındı.

Manas’ı gebertip kökünü kurutup gelin diye güvenip gönderdiği bahadırların bu halini gören Esen Han’ın ense saçları diken diken oldu. Esenhan elbiselerini fırlatıp onlara gök kaplan gibi atıldı ve pehlivanlarının göğsündeki belgeleri, başlarındaki perçemlerini yolup alıp onları han sarayından kovdu.

Her türlü çareyi düşünen Esen Han kahin danışmanı ile üç gün danışıp sonunda padişaha bağlı komutanların tümünü değiştirdi.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap