381) DEDE KORKUT HİKAYELERİNİN, PLASTİK SANATLARA YANSIMASI-2

Yayin Tarihi 17 Şubat, 2009 
Kategori TÜRK DÜNYASI

Dede Korkut Hikâyelerinin

Türk Plastik Sanatlara Yansıması -2

 

Kamlık Geleneği

“Resul aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er ortaya çıktı. Oğuz’un o kişi tam bilicisi idi. Ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi. Hak Taala onun gönlüne ilham ederdi.”

Dede Korkut destanı, Mukaddime

“Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı.”

Amerika’da bir mağarada şöyle yazı bulunmuştur: “Papazlar Tanrı ile Tanrı ise Şamanlarla konuşur”. (Bayat,2006,s.11) Şamanlık geleneği dünya tarihi ve kültüründe mistisizmini en çok koruya bilen bir alandır. Fazla merak doğurduğundan olsa gerek, bu kavrama zaman zaman gereğinden ve kaldırabileceğinden daha çok manalar yüklenmektedir. Oysa Şamanlık tüm arkaik kültürlerde o veya bu şekilde kendini gösterir ve arkaik yaşam tarzının ayrılmaz bir parçasıdır. Türklerde en erken çağlardan başlayarak bu görevi icra eden kişilere kam denilmiştir. Kam geleneğinin Türk kozmolojisindeki konumunu doğru sınırlamamız için, kamın toplumdaki yerini ve üstlendiği görevleri bir daha gözden geçirmemizde yarar vardır.

Rivayete göre ilk kamı yeryüzüne Tanrı Ülgen kartal biçiminde göndermişti. Onun görevi insanları yakıp savuran salgın hastalıklardan kurtarmak olmuştur. Fakat insanlar ile kartal anlaşamadıklarından dolayı, Tanrı kamı insan biçimine sokarak göndermek zorunda kaldı. Buradan anlaşıldığı gibi kam Türk toplumlarında Tanrı ile insanlar arasındaki iletişimi sağlayan ve bu nedenden dolayı özel statüsü olan kişidir. Onun görevleri arasında ilk sırada şifacılık gelmekte, daha sonra mevcut hayat tarzının en önemli gereksinimleri sırasında avın uğurlu geçmesini sağlamak, kurban sunmak, ölenlerin ruhlarına eşlik ederek öbür dünya götürmek, mevsim ritüellerini gerçekleştirmek, evcil hayvanları salgın hastalıklardan korumak, insanları ve hayvanları kötü nazardan korumak ve gelecekten haber vermek olmuştur.

Kamlığa seçilen erkek veya bayan, gelecekte ona verilecek olan olağanüstü yeteneklerin boyutuna bağlı olmayarak, çok acılı ve uzun, bazen bir sene sürebilen bir yeniden doğum aşamasından geçiyor.(Bayat,2006) Burada, kimsenin bu göreve kolay boyun eğmediğini ve uzun bir mukavemet sürecinden yenilerek çıkıp tabi olduğunu söylemek de yerinde olur, çünkü kam olmak, kendi hayatından imtina ederek topluma hizmet etmek demektir. Kamlık bir hayat boyunca devam eden zorunlu görevdir.

image0016.jpg

Kam tasvirleri. Kaya üstü resimler. Sibirya


Kam kendi merasim araç gereçlerini, hırkasını, başlığını, maskesini, davulunu, tokmağını kendisi yapmakta veya belirli kişilere sipariş etmektedir. Kam öldüğünde bunlar, başka bir emir olmamış ise, kimse tarafından kullanılamazdı. Davulu ise kamın kutsal ağacı üzerine asılarak ormanda bırakılırdı.

Türk kamlık geleneğinde iki tür kam vardır. Gök unsuru ve dolayısıyla müspet kuvvelerle ilintili olan Ak kam sadece şifacılık ve yardım amaçlı merasimler yapa bilir, ona kimseye zarar vermek veya kötü ruhlarla bağlantıya geçmek yasaklanmıştır. Bir de Kara kamlar vardır ki, onlardan uzak durmaya çalışılır, her kes onlara tesadüf neticesinde bile küçücük rahatsızdık vermekten çekinirdi. Tarihi kaynaklarda, kamlar arasında yapılan dövüşler de geçmektedir. Bazen sessiz ve kimsenin fark edemeyeceği şekilde yürütülen bu savaş daha zayıf kalan kamın mutlak ölümüyle sonuçlanmaktadır.

Tarihte bilinen çok kuvvetli kamlar arasında Rus Çarı Ivan Groznı’nın ölüm gününü önceden haber veren ve bundan dolayı zindana atılan bayan kamların hikâyesi geçmektedir. Vaat edilen günün sabahı yerinden kalkan çar, zindandaki kamlara yapılacak idamları hakkında haber gönderir. Haberi götüren kişi “‘daha akşama çok var’” cevabını duyuyor. Sabah kahvaltısından sonra satranç oynamaya oturan çar aniden rahatsızlanarak yere yıkılır ve ölür. Bu olayın hemen arkasından bayan-kamları zindandan bırakıp alelacele memleketlerine uğurluyorlar.

Dede Korkut’ta ağacın yeri. Hayat ağacı.


Uruz’un ağaç ile söyleşmesi:

Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç
Musa Kelimin asası ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Erlerin şahı Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç
Zülfikarın kanı ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç
Eğer erdir eğer avrattır korkusu ağaç
Başına doğru bakar olsam başsız ağaç
Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç
Beni sana asarlar çekme ağaç
Çekecek olursan yiğitliğim seni tutsun ağaç
Bizim elde olmalıydın ağaç
Kara hindu kullarıma buyuraydım
Seni para para doğrayalardılar ağaç.
Babamın adını sorar olsan koca ağaç.
Gölgeli koca ağacın kesilmesin.

Türk kozmolojisinde orman ve ağaçların özel yeri olmuştur. Ağaçlar av sembolizminde, doğaya tapınmada, kam törenlerinde Dünyanın Direği, Hayat Ağacı, Kozmik Ağaç, Dünya Ağacı veya Orman Ruhunu Taşıyan Ağaç şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Avrasya kültür ortamında Hayat ağacı ile Kadın arasında bir bağlantı söz konusudur. Bu yakınlığın en yaygın hali üst kısmı kadın, alt kısmı ağaç olan tasvirlerdir.(Resim 11)

Kadın figürü tüm ilkel toplumlarda bereket, doğurganlık, sonsuz yaşamın simgesi olmuştur. Ağaç ise kökleri ile yerin derinliklerine, budaklarıyla göklere uzanarak, yer ve gök arasında duran ve bu iki unsuru birbirine bağlayan, aynı zamanda hayatı ve ölümü, canı ve ruhu, karanlığı ve ışığı kendinde birleştiren evrensel, kozmik bir varlıktır. Bu açıdan baktığımızda ağaç sonsuz hayat, yaşam sürekliliği simgeselliği ile kadın sembolizmiyle örtüşmektedir. Yakutlar Ağacın her şeyin anası olduğuna inanıyorlardı.(Beksaç,2006,s.80)) Yine Yakutlarda doğum ve hayat tanrıçası olan Humay Ana kutsal kayın ağacı altında oturmaktadır ve çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar bu ağaca tapınarak ona kurbanlar vermekteler.(Vasilyev,1996,s.128) Yakut kadınlarının üzerlerinde Umay Ana’nın sembolü olan ağaç boncuklar bulundurmakları da bilinmektedir.(Geybullayev,1999,s.216)

image0022.jpg

 İskit kurganlarından altın alınlık. MÖ. 700-400 yy. Karadeniz’in kuzeyi.

 image0032.jpg

 HayatAğacı. Erzurum Çifte Minareli Medrese. 1285-1290

Türk mitolojisinde ağaçtan türeme motifi örneği olarak Oğuz Kağan ikinci evliliğinin ağaç kovuğundan çıkan bir kızla yapılmasını göstermek mümkündür. Ağaçtan türeyiş efsaneleri toplumların çok ilkel dönemlerinde, ağaçların hiçbir müdahalesiz, kendi kendine büyüyüp, beslendiklerine inanıldığı zaman oluşmaları varsayılmaktadır.

Er-Sogotoh destanında Hayat Ağacı’nın dokuz kollu olup, dokuz kat göğe yükseldiği geçmektedir. Bu ağaç şifa ve ölümsüzlük vermektedir. Diğer taraftan Er-Sogotoh’un ağaçtan eş istemesi bugün de devam eden ağaçlara bez bağlayarak dilek tutma geleneğine işaret etmektedir.

Türklerde en erken dönemlerden başlayarak tenha yerlerde biten, diğerlerine göre daha büyük veya daha sağlam olan ağaçlara özel ilgi ve önem verilmekteydi.

Eski Türklerde Kayın ve Ardıç ağaçları kutsal sayılmaktaydılar. A. İnan’a göre her şaman ayin yaparken yanında kayın ağacı bulundururdu. Kamlar ağacı gökyüzüne ulaşmak için bir merdiven olarak kullanılıyorlardı.

Başka bir rivayete göre, gökteki ebedi kamın kapısı önünde bir ağaç dikiliydi. Bu ağacın dallarında kuş biçiminde ruhlar otururmuş ve yerde bir çocuk doğduğu zaman, ağaçtan bir kuş koparak aşağı iniyormuş.

Türklerde yurt kurma töreninde dikilen ağaç veya orman, aynı zamanda kurucu sülalenin hükümdarlık simgesi ve tanrı payesi olan ata ruhlarının makamı sayılıyordu. Milattan sonraki dönemlerde orman etrafında at koşturma ayini

Tabgaçlar’da eski bir gelenek olarak biliniyordu, orman olmadığı yerlerde ise toprağa dikilen söğüt dalları etrafında üç defa dönülüyor ve kurban veriliyordu. Bu tören sonbahar dönemi yapılmaktaydı.(Esin,2001,s.160-161)

İslamiyet sonraki dönemlerde de ağaç kültü ile ilgili inanışlar devam etmiştir. Kuran’da adı geçen zeytin, incir, hurma ve nar ağaçları kutsal ağaç listesine dahil olarak, bunlarla ilgili rivayetler oluşmuştur.

Türklerde eskiden beri üstünde kuş yuva kurduğu ağacı kesmek günah sayılırdı. Anadolu’da ise birde tarihi değeri olan ağaçlar da vardır, Bursa’daki Geyikli Baba’nın ve de Sultan Orhan’ın diktiği çınar ağaçları gibi. Bunlar Osmanlı’nın uğur ağaçları olarak görülür ve korunmaktadırlar.

Dede Korkut Kitabı’nda Renk Sembolizmi

“Gene ziyafet tertip edip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yer kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştur. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin demişti. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olamayana Allah Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz belli bilsin demiş idi.

Bayındır Han’ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir…

Kara başı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu.

Kara yerde ak otağlar dikeyim diyordum…

…Kazan’ın aklı başından gitti, kara bağrı sarsıldı.

Al kanatlı Azrail.
Sarı elbiseli Selcen Hatun.
Karşına alaca kaz geldi…
Yerli kara dağların yıkılmasın.
Ela gözlü yiğitlerini yanına aldın.
Ak sakallı babası karşı geldi.
Anam benim için mavi giyip kara sarınsın.
Alca kanını yer yüzüne dökün.”

Türklerde renk sembolizmin temelinde kozmolojik düşünce durmaktadır. Bu sistemde dünya dört ana yöne bölünerek, her yönün kendi rengi, hayvanı, yıldızı, unsuru (su, ateş, ağaç, maden) vardır. Türk yön tasavvurunda kuzey siyah, güney kızıl, batı ak, doğu ise mavi renkle simgelenmektedir. Bir de merkez belirlenmiştir ki, onun da rengi sarı, unsuru ise topraktır.

Bu dünya şeması Türklerde hep varlığını korumuş ve renklerin anlamları bu şemayla bağlantılı olarak ayarlanmıştır. Çok çarpıcı bir örnek Türkiye’ni çevreleyen denizler ve göllerin adlarında saklanmaktadır. Anadolu’nun kuzeyinde Kara Deniz, batısında Ak Deniz, güneyinde Kızıl Deniz, doğusunda ise Gökçe (Sevan) gölünü görebiliriz.

Aynı isimlendirme Hun’larda da geçmektedir. Onlar, kuzeye “‘kara atlıları”, güneye “‘kızıl atlıları”, batıya “‘beyaz atlıları”( burada batıya doğru giderek Ak Hun devletini kuran Hunları hatırlamamız yerinde olur), doğuya ise “‘boz atlıları’” göndermişler.(Çoruhlu,2002,s.192)

Renkleri tek tek ele alarak anlamlarını genel çizgilerle açıklamaya çalışalım.

Siyah Renk

Karanlık, kuzey, boşluk, tahribat, büyü, kötülük, karmaşa, yeraltı dünya, ölüm, yas gibi anlamları içermektedir. Kuzey dışındaki tüm anlamları olumsuz olan kara renk, şeytan ve benzeri yaratıklarla da ilintilidir.

Tarihte Karahanlı olarak bilinen ilk Müslüman Türk devleti bu adı İslam sınırlarının kuzeydeki bekçisi sıfatında almıştır.(Gabain,Tezcan,1999,s.109-110) Horasana göre kuzeyde kalan Karakum Çölü de bu mantıkla adlandırılmış olmalı.

Yukarıdaki manaların dışında, kara rengin bir de “kuvvetli, korkmaz, hiçbir şeyi kale almayan” anlamları da bilinmektedir. Örneğin kara kış, gözü kara deyimlerinde olduğu gibi

Kırmızı (Kızıl)

Ateşin, güneşin, kudretin, kuvvetin, hükümdarlığın rengidir, hâkimiyet gücünün ifadesidir. Aynı zamanda Türklerde geleneksel olarak gelin, evlilik, düğün ile bağlantı arz etmektedir. Kozmolojideki yönü güneydir.

Bu renk kendi içinde olumlu ve olumsuz manaları barındırarak, aşırıya kaçtığı zaman zoru, baskıyı, şiddeti, savaşı ifade eder.

Kırmızı rengin, onu üzerinde bulundurduğu kişiye, güç, enerji, kendine güven, insanlara hüküm edebilmek, onları yöneltmek ve yönlendirmek gibi özellikleri kazandırmasına inanılmaktaydı. Padişah ve sultanlar hep kırmızı taşlı yüzük takar, kırmızı taht veya koltukta oturmayı tercih ederlerdi.

Türk halılarında kırmızı rengin ana renk olması, bu rengin ısıtma, koruma, kollama gibi görevleri üstlenmesinden ireli gelmektedir.

Mavi

Türklerde Göğü, Gök Tanrını ifade eden kelime olarak kullanılmıştı. Aynı zamanda doğu yönün simgesidir. Türklerde gök renk Göklerle bağlantılı olarak manevi yükselişin, dâhili temizliğin, idrakin, Tanrıya doğru yücelen ruhların rengidir. Dede Korkut’ta gök sakallı ifadesi ermişliğe, ululuğa işaret etmektedir. Destanda geçen “”Anam benim için mavi giyip kara sarınsın”cümlesindeki ana fikir, maddi dünyadan el yüzmek, yüzünü Göklere çevirmek, dünya zevklerini unutmak, olmalı. Burada aynı zamanda soyluluğa bir işaret geçmektedir.

Gök renginin su ile bağlantısından ireli gelen olumsuz yönleri de vardır. Yukarıda verdiğimiz örnekte görüldüğü gibi bu renk yas, matem, cenaze, ölüm manalarını da içermektedir.

Beyaz

Türk mitolojisinde en sık karşılaştığımız renktir. Kozmolojideki yönü batıdır. Bazen Gök Tanrı’nın rengi olan mavinin yerine geçerer, onun manasını benimser. Bu renk temizlik, arılık, ululuk, saflık anlamları ifade eder.”Ak alın”,“‘ak elbise”“‘ak meydan’” değişlerinde ak renk temizliği, arınmışlığı, dürüstlüğü simgeler. Aynı zamanda devletin adalet ve gücünü, devlet görevlilerinin rütbesinin de simgesi olmuştur. Hun ordusunda üst düzey subaylar beyaz giyerlerdi. Beyazın soyluluk ile bağlantısını Türk dilinde var olan “‘ak soylu’” ifadesinde karşımıza çıkar. Kutadgu Bilig’de sıradan kişiler siyah, beyler ise beyazla nitelendirilmektedirler. Siyah kul rengidir, beyin rengi ise beyazdır.(Gökyay,2004)

image0042.jpg

 (İyi ve Kötü. Elçin Mamedov Grafik çalışma. Azerbaycan, 1985)

Yeşil

Yeşil doğanın rengidir, ot, ağaç ve orman rengi. Doğada mavi ve yeşil renkler hep birlikteler, gök ve yer gibi. İslam öncesi dönemlerde Türklerde bu iki renk arasındaki fark çok belirgin değil, sık sık yer değişmeler olmuştur. Örneğin Uygur metinlerinde doğanın rengi bazen mavi, bazen ise yeşil geçmektedir.(Çoruhlu,2002,s.192)

Yeşil, aynı zamanda Dünya Ağacı ve Hayat Ağacı ile bağlantılı olarak zikir edilmektedir. Onun daha çok yer unsuru ile yakınlığı, mavi ile arasındaki esas farkı oluşturmaktadır.

İslamiyet sonraki dönemlerde bu renk Müslümanlığın simgesine dönüştü. Erenler, din adamları bu renkte sarıklar kullandılar, yeşil İslam’ın bayrağı mertebesine yücelmiştir.

Sarı

Türklerde dünya şemasında sarı renk merkezin veya yerin rengidir. Sarı renk bazen altın sarısı olarak ya da sadece altın olarak geçmektedir. Bu renk güneşin simgesi olarak akıl, zihin, idrak, sezgi, iman gibi kavramları içerir.

Çin mitolojisinde bu renk önemli yer tutmaktadır. Hükümdarlık ve hakimiyet simgesi olduğundan, sıradan kişilerin bu renkte elbise giymesi yasaklanmış, bu yasak sadece din adamları için istisna teşkil etmekteydi.

Türk sözlü ve yazılı gelenekte sarı renk sık olarak karşımıza çıkar, örneğin destanlarda Sarı elbiseli Selçan hatun, Sarı Saltuk veya türküde Sarı gelin gibi. Fikrimce buradaki manayı, kelimenin yalın anlamı olan sarı, yani açık tenli, sarı saçlı olarak yorumlamak o kadar da yersiz olmazdı. Aynı zamanda sarının altın ile yakınlığını göz önünde bulundurursak, buradaki sarı zenginliği, kibarlığı ve soyluluğu ifade edebilir.

Dede Korkut Hikâyelerinin Çağdaş Sanata Yansıması

Çağdaş dünyanın sınırsız iletişim koşulları ilk bakışta milli kültürler arasındaki farklılıkları yok etmiş gibi gözüküyor. Gerçekten de çağdaş sanat örneklerini incelediğimiz zaman milli sanat kavramının neredeyse kaybolduğu düşüncesine kapılıyoruz. Oysa daha yüz yıl önceki dönemde kültürel farklılıklar siyasi ve coğrafi sınırlarla çerçeveleniyordu ise, bugün bu farklılıkların temeli daha derinlere, kültürel köklere inmek üzeredir. Bir milleti oluşturan ilkel öğeler arasında ilk sırada gelen ortak dil, kültür ve coğrafi, o millete mahsus olan sanatın da omurgasını teşkil etmektedir. Milli kültür her zaman milli sanatın en zengin besini olmuştur. Bu manada Dede Korkut Hikâyeleri milli kimliğimizin tespitinde bize yol gösteren en önemli eserlerden birisi, belki de birincisidir. Günümüz Türk sanatçılarının bu büyük kaynağa zaman zaman dönerek, onu çağdaş anlayış ve estetik yaklaşım içinde yorumlamaları, bu ezeli ihtiyaçtan ireli gelmiş olabilir. Çok sayıda örnekler arasından sadece iki sanatçı üzerinde durarak, Dede Korkut ile modern sanat arasındaki bağlantıyı açıklamağı umuyoruz.

Mezahir Avşar 1955. yılda Azerbaycan’ın bugün işkal altında bulunan Karabağ bölgesinde doğmuş, sanat eğitimine Bakı’da başlamış, daha sonra St.Petersburg Endüstriyel Sanat Akademisinde devam etmiştir. Diploma çalışmasını Dede Korkut konusunda yaparak eğitimini başa vurmuş ve memleketine dönmüştür. Azerbaycan Kültür Bakanlığı’nda, Azerbaycan Bilimler Akademisinde ve çeşitli dergilerde sanat yöneticisi olarak çalışan sanatçı, 2000.yılda Selçuk Üniversitesi rektörlüğü tarafından Konya’ya davet edilmiş ve o zamandan itibaren Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölüm Başkanı görevini yürütmektedir. Türk tarihi, kültürü ve edebiyatı, sanatçının esas ilgi alanını oluşturduğundan, eserlerini de bu konular etrafında toplayabiliriz.

image0052.jpg

(Mezahir Avşar. Seramik karo, sır üstü boya, lüster. 30 x 40cm
1998)
Kara Dere ağzında Kadir veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, hiddeti tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerde düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan Han’ın kardeşi Kara Göne dörtnala yetişti. Çal kılıcını kardeş Kazan, yetiştim, dedi.
Ulaş oğlu, yırtıcı kuşun yavrusu, zavallının biçarenin ümidi, Amit suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, yağız al atın sahibi, Han Uruzun babası,Bayındır Han’ın güveyisi, kudretli Oğuz’un devleti,kalmış yiğit arkası Kazan Han.

 image0062.jpg

 Mezahir Avşar Seramik pakla.. Şamot, 60 X 40cm. 2002

image0071.jpg

 Mezahir Avşar. Seramik karo, sır üstü boya, lüster. 30 x 40cm. 1998

Altmış ögeç derisinden kürk eylese topuklarını örtmeyen, altı ögeç derisinden külah etse kulaklarını örtmeyen, kolu budu irice, uzun baldırları ince, Kazan Bey’in dayısı, at ağızlı Aruz Koca dört nala yetişti. Çal kılıcını beyim Kazan, yetiştim, dedi.

Diğer sanatçımız Elçin Mamedov aynı kuşak Azerbaycan ressamlarındandır. Amansız hastalık nedeniyle hayata erken veda etmesine rağmen Azerbaycan sanat camiasında kendine özgü bir iz bırakabilmiştir. Elçin bey aynı zamanda iyi bir sinema oyuncusu idi ve Azerbaycan’da çekilmiş olan Dede Korkut filminde Karaca Çoban rolünü oynamıştır.1980. yılda Sovyetler dönemindeki Azerbaycan’ında Rus dilinde basılmış olan Dede Korkut kitabının bedii tertibatı kendisine havale edildikte, bu çalışma sanatçının hayatında en önemli eser olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.

 image0081.jpg

 SarıElbiseli Selcan Hatun

Elçin Mamedov Bakı.1980

 image009.jpg

 Dirse Han’ın oğlu Boğaç Han.

Elçin Mamedov Bakı. 1980

Lale Avşar İSKENDERZADE
Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi

KAYNAKLAR

Bayat, F.,(2004) Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ankara, Ötüken.
Beksaç, E.,(2006) “‘Atlı, Ağaç ve Kadın”, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları.
Boratav, P.N., (1958) Dede Korkut Hikayelerindeki Tarihi Olaylar ve Kitabın Telifi Tarihi, İstanbul, Türkiyat Mecmuası.
Çoruhlu, Y., (2002) Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul, Kabalcı.
Çoruhlu,Y., (1995) Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul, Seyran.
Duru,O., (1998) “‘Efsaneden Gerçeğe At”, Portakal dergisi, Sayı:11.
Engin, M., (2005) İnceleme.Dede Korkut Kitabı, İstanbul, Boğaziçi Yayınları.
Esin, E., (2004) Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında ikonografik Motifler, İstanbul, Kabalçı.
Esin, E., (2001) Türk Kosmolojisine Giriş, İstanbul, Kabalcı.
Gabain,.V., (1999) “‘Renklerin Sembolik Anlamı”, Çev.Semih Tezcan, AÜ DTCF Türkoloji Dergisi, Sayı:3/1.
Gökyay, O.Ş., (2004) Dedem Korkutun Kitabı, İstanbul, MEBY.
Sakaoğlu, S., Duymaz, A., (2003) İslamiyet Öncesi Türk Destanları, İstanbul, Ötüken.
Sumer, F., (1988) Türklerde Avcılık ve Binicilik, İstanbul, GYE.

Paylaş:

Yorumlar

“381) DEDE KORKUT HİKAYELERİNİN, PLASTİK SANATLARA YANSIMASI-2” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Ertuğrul Kapusuzoğlu yorum tarihi 17 Şubat, 2009 10:26

    Nefis araştırmayı, ruhumda patlamalarla okudum.
    Yüce Tanrım, iyi ki beni Türk yarattın, İslamı zaten bulurdum.

    Türk yazar, şair, sanatçı vs.
    Türk halkı için sanatını icra etmiyorsa boşuna.
    Hep bir taklit olmaktan öte gidemeyecektir.
    Bir mesel, duygularımızı daha güzel aktarır kanaatindeyiz.
    Teşbihte hata olmaz diyerek, kıssa kısaca şöyle.

    Bizim Kara Eşek,eşeklikten bıkar aslan olmaya karar verir.
    Tilkiye danışır.
    Tilki; “Kolay” der, “Ama kulakların uzun.”
    Eşek kulaklarını keser.
    Tilki; “Ama kuyruğun da uzun.” der.
    Eşek kuyruğunu da keser.
    Tilki; “Hele bir de aslan gibi kükre bakayım” der.
    Kulak kuyrak kan içinde eşek, ne kadar kükreyebilirse kükrer.
    Kurnaz tilki sırıtır; “Sen artık eşek bile değilsin.” der.

Yorum yap