18/2) ALTIN BEŞİK

Yayin Tarihi 11 Haziran, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

ALTIN BEŞİK

image00125.jpg

Çok eski zamanlarda yer yüzünde, cennetten kovulan Adem daha yaratılmadığı zaman, Kırım’da insan desen insan değil, ruh desen ruh değil, cin taifesi adında bir şeyler yaşıyormuş.

Cin taifesi birkaç cinsmiş. Bir kısmı yerle göğü yaratan Allah’a ibadet ediyor, O’nun birliğine inanıyormuş. Bir kısmı da O’nun birliğine iman etmeyen cin taifesi imiş.

Kırım dağlarının bir tarafında yalı boylarında Allah’a kulluk eden Allah cinleri yaşıyormuş. Onlar Allah’ın emirlerini yerine getiriyor, peygamberlerin sünnetlerini icra ediyor, beş vakit namaz kılıp, Rabbî Taala’nın verdiğine şükrediyorlarmış.

Kırım dağlarının öbür tarafında da cinler yaşıyorlarmış. Onlar Allah’ın birliğine iman etmiyor, emirlerini yerine getirmiyor, Allah’ın düşmanı olan iblisin yolundan gidiyor, onun emirlerini yerine getiriyorlarmış, iblis kendini onlara Allah diye tanıtmış, o taifeyi hak yolundan saptırmış.

Allah cinleri bağlar, bahçeler yapıp, buğday ekiyor, keten dokuyorlarmış. İblise inanan cinler yabanî dağlarda yaşıyor, koyun besliyor, karaca avlayarak geçiniyorlarmış. Bu iki cin taifesinin her ikisinin de hanları varmış. Bunlar aralarında uzlaşmıyor, sık sık savaşıyorlarmış. Birbirlerinin topraklarını alıyor, ineklerini götürüyorlarmış. tarla işlerini bozuyorlarmış. Bundan dolayı, aralarında çok kanlı savaşlar oluyor, birbirlerinin köylerini, şehirlerini yakıyor, bağ bahçelerini harap ediyorlarmış. Pek çoğunu öldürüp, bir kısmını da esir alıyorlar, memleketlerine getirip acımadan çalıştıriyorlarmış. Allah cinleri iblisin cinlerinden nefret ediyor, iblisin cinleri de Allah cinlerini bir kaşık suda boğmak için acele ediyorlarmış. Bu taifelerin hanları da kendi aralarında düşmanmışlar. Birbirini kanda boğmak, intikam almak için fırsat kolluyorlarmış.

Arada yapılan savaşlarda çoğunlukla iblisin cinleri yeniyormuş. Çünkü onlar dağlarda yaşadıkları için daha cesur, daha atik, daha sabırlı haydutlarmış. Onlar avcılıkta Allah’ın cinlerinden daha usta imişler. Allah cinleri ise, toprakta çalışan insanlar oldukları için silah kullanmaya alışmayan, evlerinden çıkmaya korkan, savaş kurnazlıklarını bilmeyen mülayim, sakin bir taife imiş.

İblis taifesinin çok güzel, cesur, keskin genç bir oğlu varmış. O, daha sevginin ne olduğunu bilmiyormuş. Çünkü onun memleketinde, onun genç kalbinde aşk ateşini yakabilecek güzel, ona lâyık bir kız daha yetişmemiş. O yabancı memleketlerdeki güzeller hakkında söylenen masalları seviyor ve can kulağı ile dinliyormuş.

Bu han oğlunun Allah cinlerinden olan hanın sarayında büyüyen bir esiri varmış. Onu dağda kızılcık toplarken çalmışlar. O çok akıllı, namuslu, bilici olduğundan ihtiyarladıktan sonra, han, oğlunu terbiye etmesi için ona emanet etmiş. O, hanın oğluna çeşitli us tahklan, ok atmayı, yüksek yerden atlamayı, ata binmeyi, hızlı koşmayı öğretmiş.

O ihtiyar esir, terbiye ettiği çocuğu çok sever. Ona diğer cinlerin yaşayışları, güzel kızları hakkında her akşam masallar anlatırmuş. İhtiyar adam genellikle esir olan diğer vatandaşları ile gizlice görüşüyor, onlardan memleketi hakkında taze haberler alıyormuş. O, han oğluna kendi memleketinin hanının güzel bir kızı olduğunu söyler. Memleketin bülbülleri dal dala uçup onun dünyada bir benzeri olmayan güzelliğini överek yırlarlarmış.

Han oğlu, düşman esirlerinden han kızım görenlerini evine toplayarak, onlardan onun güle benzeyen yanakları, kalem gibi ince kara kaşları, yıldızlar gibi parlayan siyah gözleri, kiraz gibi kırmızı dudakları, dalga gibi yayılan gür saçları hakkında sorular soruyormuş.

Han kızının güzelliği hakkında duyduğu sözler vasıtasıyla, onun emsalsiz güzelliğini gözünün önüne getiriyor ve yüreği aşk ateşi ile alevleniyormuş. O, han kızını bir kerecik görmek, onun ağzından tek bir söz işitmek ve ona Kırım’da sizin gibi güzel yok, diye söyleme hevesi ile yanıyormuş. Onun bütün aklını fikrini sadece o komşu güzel almış, sadece onun hayaliyle eğlenir olmuş. Onu ne kuracağı tuzak, ne uçan kuşlara nişan alma yarışları, ne de yabanî koşu atlan üzerinde ateşli koşulan, ne de kılıçla savaş oyunları, ne de neşeli konuşmalar, çalgılar, ne de eski savaşçıların anlattıkları masallar, ne de yaşlı annesinin han oğullan ile ilgili anlattığı masallar hiç biri, onun aşk ile dolan kalbini mutlu etmiyormuş.

Han oğlunun yüzünü kara bulutlar sarmış, kimseyle konuşmuyor, her zaman düşünceli, yemeden iç-meden kesilmiş, yalnız tek başına aşkının ateşi ile kavruluyormuş. Babasının en çok nefret ettiği düşmanının kızını sevdiğini, kimseye söylemeye cesaret edememiş. Han oğlunu bu çaresiz dert sarartmış soldurmuş. O, ayakta bir gölge gibi geziyormuş. Gizli sevda, onu, işte bu hale getirmiş.

Yaşlı han, oğlunun bu halini görüp, telâşlanmış. O, oğlundaki bu değişikliğin sebebini sorup anlamaya ne kadar çalıştıysa da hiçbir şey öğrenememiş. Oğlan bu sorulan mezar gibi sessiz, cevapsız bırakmış. Han memleketin en usta falcılarını toplayıp, yıldıznameye baktırmış, çeşitli fallar açtırmış, nazardan korunması için pek çok adama tütsüler yaktırmış, gene de oğlanın derdine bir çare bulamamış.

Han memleketinin en güzel oyuncu kızlarının olgunlaşmış güzel oyunlarıyla, cücelerin şakalarıyla, davul zurna gibi çeşitli çalgılarla eğlendirmek istese de bunlar oğlana hiç tesir etmemiş. O gene eskiden olduğu gibi yüzü asık, gamlı bir halde dolaşıyormuş. Han baba, oğlunun gizli sırrını, bir türlü öğrenmenin yolunu bulamamış. En sonunda yanına en büyük hizmetçisini çağırıp,oğlundaki bu gamın kederin sebebini mutlaka bulma işini havale etmiş. O, han oğlunun her adımını,

konuşmasını takip etse de, onun derdinden hiçbir şey anlayamamış. En sonunda bir akşam uykuya dalan oğlanın yanına gidip, kulağını onun ağzına yaklaştırarak dinlediği zaman, pek çok sevgi ifade eden kelimeleri ve “Ah Zehra, Zehra!” dediği ismi duymuş.

Büyük hizmetçi ile han uzun zaman bu ismin kime ait olduğunu düşünseler de, bir türlü bulamamışlar. Bütün memlekette soruşturmuşlar, fakat bir tane bile Zehra adlı kız bulunamamış. Han meşhur falcıları toplayıp, fal açtırmış.

Yaşlı falcılardan biri, Zehra adlı kızın büyük denizin kıyısında yaşadığını bulup söylemiş. Allah’ın cinlerinden, esirlerden sorarak , onun en kötü düşmanı olan hanın kızı olduğunu anlamışlar. Yaşlı hanın korkusu, artık kızgınlığa dönmüş. Oğlunun bu aşkında kendi tacına, tahtına, memleketine, Allah’ı iblise karşı bir hainlik görmüş. Han oğluna o kızın adını anmak değil, onun hakkında düşünmeyi bile yasaklamış. Eğer ondan vazgeçmezse, lanet edeceğini, hatta karanlık zindana atacağını söylemiş.

Fakat oğlunun yüreği, öyle korkutmalarla sevgilisinin aşkından vazgeçecek yüreklerden değilmiş. Babasının kızgınlığının sakinleşmeyeceğini gören oğlu, kati surette, gizlice baba yurdundan kaçmayı kararlaştırmış. O, âşık olduğu han kızını dünya gözüyle bir kere görüp, hasta yüreğini iyileştirmeyi düşünmüş. Fakat nöbetçi olarak konan bekçileri nasıl kandıracağını çok düşünmüş. Onun bu düşündüklerini uygulayacak sadık yaşlı dadısından başka kimsesi yokmuş. Yaşlı dadı onu kendi çocuğu gibi seviyor, onun her istediğini yapmak için hazır bekliyormuş. Yaşlı esir bir çoban elbisesi bulup getirir. Zifiri karanlık, yağmurlu bir gecede han oğlunun yatağına bir baş yapıp koyar, elbiselerini değiştirerek bir şekilde nöbet tutan bekçilerin yanından geçip giderler. Pek çok karanlık sokaklardan geçip, şehrin kale duvarının yanına gelirler. Yalnız onun bildiği, yer altındaki gizli yolla dağ içine çıkar ve bir mağaraya gelirler. Kaçaklar, buraya çıktıktan sonra, bir dakika durup, bir nefes alırlar. Sonra gene korkunç, sarp yollardan yalnız yabanî keçilerin, karacaların avcıdan korkmadan serbestçe dolaşabilecekleri, yolcu ayağının deymediği. sık dağlardan geçip, yolsuz izsiz kayalardan atlayıp, tırmanarak dolaşmışlar.

Onlar, böylece bütün gece dağın tepesine tırmanıp, sabah olunca yaylanın üstüne çıkmışlar. İki hanlığın sınırı olan yer, bomboşmuş. Burada her iki hanlıktan olan kimseler görünmeye korkarmış. Buna rağmen kaçaklar gündüz dolaşmaktan korkup, akşama kadar karanlık bir mağara içinde beklemişler. Karanlık basar basmaz onlar, gizlice yayladan inerler. Allah cinlerinin bekçi karakolları, avcı barakaları, çobanların iğreti keçe evleri arasından gizlenip geçerek, çoban köpeklerinin saldırısından korunarak, sabaha doğru yalı boyu köylerine inmişler.

Baba yurdundan, kendi vatanından kaçmak kolay olmamış. Fark edilmeden, izsiz dağlardan geçerek düş ülkesine girmek de kolay bir iş değilmiş. Fakat pek çok bekçi ile sarılı olan han sarayına girmek, onun güzel kızını görmek daha da zormuş. Han oğlu saraya girmek için bin bir türlü çareler arasa da, hiç biri işe yaramamış. Bekçiler onu kovar, bekçi köpekleri zavallının üstünü başını yırtar. Yüksek duvarlar, demir kapılar onun yoluna set çekiyorlarmış.

Genç delikanlı üzülüyor, sevgilisinin yüzünü göremediği için çok fazla ızdırap çekiyormuş. Yaşlı dadısı ile ikisi, mutlaka saraya girmek, arzusuna ulaşmak için bir kurnazlık düşünürler. O zaman kadar duyulmamış ilâhiler, kasideler ezberlemeye başlamışlar. Uzun zaman bu türküleri ezberledikten sonra, derviş kılığına girip, her gün sabahleyin han sarayının kapısına gidiyor, Allah’ın büyüklüğünü ve yer yüzündeki halifesi hanın devletini överek gür sesiyle ilâhiler söylüyormuş. Genç dervişin güzel, yanık sesi, türküsündeki yalvarma ve ezgileri en sonunda han kızının kulağına ulaşır. O, her gün belli zamanlarda saray kapısına yaklaşarak gizlice dervişlerin yanık, güzel ilâhilerini dinleyip dönüyormuş.

Bir gün güzel Zehra, babası hana yalvararak, dervişlerin saray camiine gelip güzel ilâhilerini söylemeleri için izin istemiş.

Dervişlerin ilahileri hanın da gönlüne uygun geldiği için, kızının hatırını kırmayıp, saray camiine girmelerine izin vermiş.

İşte, orada gecelerce uykusuz kalıp, hayal kurduğu sevgilisini dünya gözüyle ilk defa görmüş. Çok şaşırdığı için kendini kaybetmeye başlamış. Karşısında duran melek, her türlü düşüncenin dışında, güzellikte benzeri olmayan, hayal ettiğinden kat kat fazla bir dünya güzeli imiş. Han kızı, Zehra da ilâhilerini dinlediği genç dervişin güzel, gür sesinden başka, yamalı fakir elbisesi ile sarılmış yakışıklı, ince belini, ay gibi yüzünü, şahin bakışını, canlı gözlerini, cesur duruşunu fak etmiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Dervişler her gün saray camiine ilâhi söylemek için gelip gidiyorlarmış. Genç derviş yalnız saray bahçesinde ilâhi söylemekle kalmıyor, ok atma, nişan alma, güreş, koşu gibi yarışlara da katılıyor, her yerde, her zaman birincilik kazanıyormuş.

O ülkenin yiğitlerinden hiç biri, güçte, atiklikte, nişan almada bu genç dervişe denk gelmiyorlarmış.

Han ve kızı Zehra, bu derviş kıyafetinin altında memleketini terk etmiş bir asilzade vardır diye şüphelenmeye başlamışlar.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra, bir gün ikisi görüşüp, birbirlerine kalplerini açmışlar. Yaşlı padişah bunların isteklerini reddetmenin yolunu bulamayarak evlenmelerine izin vermiş. Bu iki hasretin genç kalplerini tarif edilemez bir mutluluk doldurmuş. Han oğlu, han kızının dinini kabul edip, derviş elbisesini alıp asil zade kılığında nişanlısının huzuruna gelmesine rağmen, asıl neslini, nereden geldiğini saklamış.

Tam bir yılda, hanın kızı Zehra, altın saçlı bir çocuk dünyaya getirmiş. Bunu gören yaşlı han, kendini çok mutlu kullardan kabul etmiş. Kalbi sevinçle dolan han, torununa baba ecdadından miras kalan altın beşiği hediye etmiş. Onun soyundan gelen bütün hanlar, çocukluklarında bu beşik içinde büyütüldükleri için, o mukaddes kabul ediliyormuş.

Bu beşik saf altından yapılmış, fil dişi ile kıymetli elmas, zebercet, zümrüt taşları ile çok ustalıkla işlenmiş imiş. Beşik sallanınca kendiliğinden şirin bir sesle ninni söylüyormuş. Güzel Zehra çocuğunu bu beşiğin içinde uyutmaya başlamış.

Gel zaman git zaman, han kızının İslâm dinini kabul eden bir han oğluna nikâhlandığı haberi, iblis cin . taifesinin hanlığına da ulaşmış.

Han uzun zamandan beri kaybolan oğlunu arasa da, izini bulamıyormuş. Bekçilerini asıp kesse de, bir çok falcıya fal açtırsa da, oğlunun nerede olduğunu bir türlü öğrenememiş. En sonunda han, oğlunun dağlarda ölüp kaldığına inanmış. Oğlunun düşmanı olan hanın kızıyla evlenmesindense, böyle ölümle ölmesinin daha hayırlı olduğu düşüncesi ile huzur duyuyormuş.

Düşmanı olan hanın sarayında yapılan nikâhı, kızının çocuk doğurduğunu işitince, hanın yaşlı kalbi şüphe ateşleri içinde yanmaya başlamış. O, düşman memleketine gizlice adamlar gönderip, hanın kızıyla evlenen gencin kim olduğunu öğrenip gelmelerini emretmiş. Gidenler, gerçekten de düşmanın dinini kabul edip, düşmanların tarafına geçenin, hanın kayıp sayılan oğlu olduğunu öğrenip gelmişler.

Bunu duyan hanın, babasına, vatanına, dinine ihanet ederek kaçıp giden oğluna hıncı daha fazla artmış ve alevlenmiş. Düşman hanın kızıyla evlenerek, ondan san yılan yetiştiren, iblisin dininden dönen oğluna karşı duyduğu hınç gittikçe alevlenmiş. O, oğlunu doğru yoldan saptıran bu Allah’ın cin taifesinin yuvasını kökünden söküp atmaya, hain oğlunu da dala asıp öl-dürmeye kesin karar vermiş.

Han ulemasının tamamını çağırıp divan kurmuş. Onların önüne niyetini koyarak, düşman ülkesini kana boğmak, oğlunun dine, vatana yaptığı ihanetin intikamını almak istediğini söylemiş. Ulemaların bu işte ona yardım edip etmeyeceklerini sormuş. Onlar bunun ucunda yağlı kuyruk olduğunu fark eder etmez, hanın kızgınlığını daha çok arttırarak, askerlerini vereceklerine inandırmışlar.

İblise tapınan hanın ordusu, dağların içinde toplanıp, çadırlar kurmuşlar. Cin ulemaları tarafından kandırılan, kudurtulan hanın ateşli sözleri ile alevlendirilen askerler, düşman toprağına aniden hücum etmişler. Yedi yaz, yedi kış savaşmışlar. Kan nehir gibi akmış. Atların ayaklan altındaki yer inliyor, dağdan inen düşman, canavarlar gibi hücum ederek köyleri şehirleri yıkıyormuş.

Allah’ın cinleri ise, vatanlarını, çoluk çocuklarını, yaşlıları korurken kendilerinin birer kahraman olduklarını gösteriyorlarmış. Yaşlı düşmanla mücadele ederken han askerlerinin başında durup çarpışmış. Cesur delikanlı damadı da başka bir ordunun başında durup, yeni vatanı, karısı, çocuğu uğruna düşman ordusuyla kahramanca savaşıyor, her zaman askerlerin önünde, ilk sırada, en korkulan yerlerde vuruşuyormuş. Dünkü dostları olan düşman askerlerinin üstüne aslan gibi atılıyormuş.

Yazık ki, ölümden korkmaz, ateşten sakınmaz adam, onun ordusunda sadece bir taneymiş. O her yerde bulunamıyor, her yere imdada yetişemiyormuş. O, bir yerde yenerse, başka bir yerde haydut dağlıların kudurmuş köpek gibi hücumlarına dayanamıyor, sıra bozuluyor, askerler geri çekiliyormuş.

O aslan gibi bir bölük askerle düşmanın çadırına hücum ederek içeriye daldığı sırada, yanındaki asker bölükleri dayanamayıp kaçmaya niyetlenmişler. Bundan faydalanan düşman, onu zorla bir dere içinde sıkıştırmışlar. Düşmanın bitmek tükenmek bilmeyen askeri, durmadan geliyormuş. Yüksek kayalardan binlerce ok, taş parçaları, yağmur gibi yağmış. Bu taşlardan biri o büyük kahramanın alnına deyip, onu bir nefeste yere sermiş. Bu taş, hain, zalim babasının eli ile atılan taşmış.

Sevgili liderini kaybeden ordu, düşmanın hücumuna dayanamayarak bozulmuş ve tamamen yok edilmiş. Öldürülen han oğlunun yanına, onu sadık dadısı, sırdaşı, ihtiyar da serilmiş. Bütün cinlerin içine dehşetli bir korku düşmüş.

Artık karşı durmayı değil, sadece kaçıp kurtulmayı düşünüyorlarmış. Kinleri kabaran cin askerleri, yardımsız kalan ülkenin içine sel gibi akıp, köyleri, şehirleri yıkmış bırakmışlar. Karşıları çıkanı asmış, kesmiş, doğramışlar. Taş üstünde taş bırakmamışlar. Çiçek gibi donatılan yalı boyu karanlık hissiz bir sahraya çevirmişler. Esir olanlar kendilerini şanslı sayıyorlarmış, çünkü hiç olmazsa onların canları sağ kalmış.Diğerlerini, çoluk çocuğa varana kadar kırmış geçirmişler.

Biçare cinler nereye kaçıp kurtulsunlar. Diğer ülkelere kaçıp kurtulmak için, denizde gemileri yokmuş. Dağlardaki kaleleri ise düşmanın eline geçmiş. Bütün yollar, düşmanın ülkesine gidiyormuş. Kimse için kurtulmanın imkânı kalmamış. Cinlerin hanı, kız ve torunu ile kalıp bugün Alupka olan yerde, son kuvvetini harcayarak aslanlar gibi mücadele etmiş. Uzun zaman düşman askerleri onu ele geçirmek için yollar aramışlar. En sonunda onu tamamen yok etmek için bir yol bulmuşlar. Ay-Petri yaylasını tepesine çıkarak oradan çok büyük kayaları koparıp aşağıya yuvarlayarak han sarayını darmadağınık etmişler. Düşman askerleri sarayın üstüne o kadar çok taş yuvarlamışlar ki, yer yüzünde sarayda eser bile kalmamış. Onu yerine bugün “xaos” diye isimlendirilen büyük taş yığınları meydana gelmiş. Ay-Petri’den ilk kayalar düşerken sarayın artık yıkılacağım gören yaşlı han, kahrından yana yıkıla gizli yer altı yo-luyla hisar kayasındaki kaleye geçmiş. Biçare han, kendisiyle birlikte kanlı göz yaşlan döken kızı Zehra ile torununu da yanına almış. Bitmez tükenmez zenginliğin içinden sadece en kıymetli, baba hatırası olan altın beşiği almışlar. Zavallılar çok fazla zahmet ve meşakkat çekerek yerin atındaki yoldan kaleye doğru yürümüşler. Bu yol yukarıda gizli bir mağaraya çıkıyormuş. Yerin altındaki yolla kapıya yaklaştıkları sırada bir zamanlar düşmana korku veren kalesinin Ay-Petri’den yuvarlanan taşlar vasıtasıyla yerle yeksan edildiğini gören han, kahrından yanmış yakılmış.

Zalim düşmanlar onları bu gizli yerde görmeyecek, öldürmeyecek, esir olarak alamayacaklar, fakat o biçareler için gizli mağara bir kurtuluş olacak mı?

Her yer harabe haline çevrilmiş, her yer ölülerle dolmuş, kimse mağaranın ağzını açarak onları kurtaramayacak. Hiçbir yardım alamayan bahtsızlar, bu mağaranın içinde açlıktan can çekişerek ölmüşler. Ölecekleri sırada yaşlı han altın beşiğe öyle bir sihir yapmış ki, beşik insan gözüyle görünmez bir hale gelmiş.

Rivayete göre, bu altın beşik o güne kadar mağarada saklı duruyormuş. Ancak bazen kuvvetli bir fırtına esince, yel mağaranın içine giriyor, beşiği harekete geçiriyor ve beşik yavaşça ağır bir ezgi. ile ağlatan bir sesle ninni söylüyormuş. Çok insan hisar mağarasına girip, içindeki altın beşiği ele geçirmeye çalışmış, fakat onu kimse bulamamış. O adamların bazıları, hisardan aşağı düşerek parça parça olmuşlar. Bazıları sağ dönseler bile onları cin çarpmış. Onlar ya ömür boyunca yamuk ağız kalmışlar, ya elleri ayaklan sakatlanmış, ya da delirmişler.

Yaşlı han beşiğe çok iyi sihir yapmış. Beşiğin tılsımını bilmeyen, onu alamazmış. Bu tılsım, babasının eliyle öldürülen hanzadenin aslan kalbindeki sevgi gibi, sönmek bilmeyen, korku bilmeyen, sınırı olmayan muhabbet ateşi ile yanan, bir kalbe sahip olan insana açılacakmış.

ALTINBEŞİK (Kırım Türkçesi)

Pek eski zamanlarda yer yüzünde, cennetten quvulğan Adem daa yaratılmağan bir vaqıtta, Qrımda insan desen, insan değil, rux desen, rux değil, cm tayfası adında nelerdir yaşay eken.

Cm tayfası bir qaç cmıs eken. Bir qısmı yer-lernen köklerni yaratqan allağa ibadet ete, onm bir-liğine inana. Bir qısmı da onm birliğine iman et-megen cin tayfası eken.

Qrım dağlarının bir tarafında yalı boylarında allağa qullq etken alla cinleri yaşay eken. Olar al-lanın emirlerini tuta, peyğamberlernin sunnetlernni icra ete, beş vaqıt namaz qılıp, rabbi talanın ber-genine şükür ete ekenler.

Qrım dağlarının o bir tarafında da çınlar yaşay eken. Olar allanın birliğine iman etmey, emirlerini tutmay, allanın düşmanı olğan iblisnin yolundan kete, onm emirlerini tuta ekenler. İblis özüni olarğa alla dep tanıtqan, o tayfanı ax yolundan saptırğan.

Alla çınları bağlar, bağçalar yetiştirip, tan saça, keten toquy ekenler. İbliske inanğan çınlar kiyik dağlarda yaşay, qoy asray, qaraca avlap keçine ekenler. Bu eki cm tayfasının er ekisinin de xanları bar eken. Bular öz-arasmda içte uzlaşmay, sıq-sıq cenk ete. Biri-birlerinin topraqlarım tutıp ala, tu-varlarını aydap keteler. Çöl işlerine keder ketire ekenler. Bundan sebep, aralarında pek qanlı cenkler olıp, biri-birlerinifi köylerini, şeerlerini yaqa, bağ-bağçalarını xarap ete ekenler. Bir çoqlannı öldürip, bir qısımını da esir ala, memleketlerine ketirip, mer-xametsizce işlete ekenler. Alla çınları iblisnin çın-larına nefret ete. İblis çınları da alla çınlarını bir qaşıq suvğa boğmağa aşıqa ekenler. Bu tayfalarnıfi xanları da özara düşman ekenler. Biri-birini qanğa boğmaq, intiqam almaq içün fursat bekley ekenler.

Arada olğan cenklerde çoqusı iblis çınları yene eken. Çünki, olar dağlarda yaşağanlarından daa cesur, daa atik, çıdamlı aydamaq ekenler. Olar avcılıqta al-lanın çınlarından daa usta ekenler. Alla çınları ise, top-raqta çalışıp kelgen xalq olğanından, silâ qullanmağa alışmağan, evlerinden çıqmağa qorqqan, cenk ay-neciliklerini bilmegen yavaş, tınç bir tayfa ekenler.

İblis tayfasının pek dülber, cesur, keskin yaş bir oğlu bar eken. O, daa sevgi ne olğanını bilmey eken. Çünki oran memleketinde, onm yaş qalbinde sevgi ateşi yaqabilecek dülber, ona lâyıq bir qız daa ye-tişmegen. O ecnebiy memleketteki güzeller aqqında söylengen masalların seve ve can qulaqnen difiley eken.

Bu xan oğlunıfi, alla çınlarından olğan xannm sarayında büyügen bir esiri bar eken. Om dağda qı-zılçıq cıyğanda xırsızlağan ekenler. O pek aqıllı, na-muslı bilici olğanından, qartayğan son, xan oğlum terbiye etmekni emanet etken. O xannm oğluna çeşit türlü ustalıqlar, oq atmaqnı, yüksek yerden at-

lamaqnı, atqa minmekni,. tez çapmaqnı ogretken.

Bu qart esir, terbiyelegen balasını pek seve. Ona başqa anlamın yaşayışları, dülber qızlar aqqmda er aqşam masallar ayta eken. Qart ekseri vaqıt, esir-likte olğan başqa vatandaşlarmen gizlice körüşe, olardan öz memleketi aqqmda taze xaberler’ala eken. O, xan oğluna öz memleketi xanınm dülber bir qızı olğanını ayta. Memleketnin bülbülleri dal dal-dan uçıp, onın dünyada misli olmağan dülberligini maqtap yırlay ekenler,

Xan oğlu, düşman esirlerinden xan qızmı kör-genlerni evine toplap, olardan onın gülge benzegen yanaqları, qalem kibi ince qara qaşları, yıldızlar kibi parıldağan siya közleri, kiraz kibi qırmızı du-daqları, tolqun kibi yayılğan gür saçları aqqmda sorayeken.

Xan qızının dülberligi aqqmda eşitken sözleri vastasmen, onın aqransız güzelliğini köz ogüne ke-tire ve yüreği sevgi ateşinen alevlene eken. O, xan qı-zını bir kereçik körmek, onın ağızmdan bir lafçıq eşitmek ve ona Qnmda sizin kibi dülber yoq, dep aytmaq avesinen yana edi.. Onıfi bütün aqlmı, fi-kirini anca o qomşu dülber sarıp alğan, anca bir onın xayalmen eglene eken. Onı ne quracaq avı, ne de uçıp turğan quşlarğa nişan aluv yarışları, ne de kiyik cüyrük atlar üzerinde ateşli qoşuvları ne de qıhçnen cenk oyunları, ne de şenlikli qonuşmalar, çalğı-çağanalar, ne de eski cenkçilernin aytqan masalları, ne de qart anasının xan oğullan aqqında masalları -iç biri onın aşq tolgan qalbini quvandırmay, eken.

Xan oğlunın çırayım siya bulutlar qaplap alğan, kimsenen laf etmey, er daim tüşünceli, aştan-suvdan vazgeçken, yalınız bir özü aşqmın ateşinde yanıp qavurıla eken.. Öz babasının, en nefretli düş-manının qızım sevgenini, bir kimsege aytmağa ce-saret etmegen. Xan oğlum, bu onalmaz dert sa-rartqan-soldırğan. O ayaqta bir kölge kibi keze eken. Gizli sevda, om işte, bu alğa ketirgen.

Qart xan, oğlunın bu alını körip, abdırağan. O oğlundan bu denişmelernifi sebeplerini sorap an-lamağa ne qadar tırışsa da, bundan bir şey çıq-mağan. Oğlan bu soravlarnı, mezar kibi sessiz, ce-vapsız qaldırğan. Xan memleketnin en usta ırımcılarmı toplap, yıldıznamege baqtırğan, çeşit türlü ırımlar yaptırğan, köz nazardan saqlap bir çoq adamlarnm tüslerini alıp tütetseler de, iç birtürlü çare oğlannın derdine bulamağanlar.

Xan öz memleketinin en güzel oyuncı qız-larının kâmil oyunlarınen, cücelemin çaqalarmen davul-zurna, çeşit türlü çalğı-çağananen eğ-lendirmek istese, de bular oğlanğa iç bir tesir et-megen. O kene eskicesine çırayı sıtıq, gamlı bir alda keze eken. Xan baba, oğlunın gizli sırını, bir türlü anlamaqmn yolum bulamağan. En son, öz yanma en büyük xızmetçisini çağırıp, oğlundaki ğam, ke-dernin sebeplerini mutlaqa bilmek işini avale etken.

O, xan oğlunın er bir adımını, lafını izlep kezse de, oran derdinden bir şey afilap olamağan. En sonu, bir aqşam yuquğa dalgan oğlannıfi yanına barıp, qu-lağını oran ağızma yaqın tuhp difilegen vaqıtta, bir çoq türlü sevgi sözlerini ve ‘ax, Zera, Zera!’ değen adnı eşitken.

Büyük xızmetçinen, xan çoq vaqıt bu adnm kimge ait ekenini tüşünseler de, bir türlü farqma barmağanlar. Bütün memleketni soratıp çıqqanlar. Lâkin, iç bir danse ‘Zera’ adlı qız tapılmağan. Xan namlı falcılarnı toplap, fal açtırğan.

Qart falcının birisi, Zera adlı qıznın büyük defiiznin yalısında yaşağanım tapıp aytqan. Allanın anlarından, esirlerden sorap, oran en osal düşmanı olğan xannın qızı olğanım anlağanlar. Qart xannm qorqusı, artıq açuvğa çevirilgen. Oğlunın bu sev-gisinde özünifi tacına, taxtına, memleketine allası ib-liske qarşı bir xiyanetlik körgen. Xan oğluna o qıznın adını anmaq değil, zaten onın aqqında tüşünmekni bile yasaq etken. Eğer ondan vazgeçmese, lanet ete-cegini, atta qaranlıq zindanğa atacağını söylegen.

Lâkin oğlunm yüreği, öyle qorqutuvlardan sev-gilisinin aşqından vazgeçecek yüreklerden değil eken. Babasının açuvı sakinleşmegenini körgen oğlu, qattı surette, gizlice baba yurtmdan qaçmaqnı qararlaştırğan. O aşq olğan xan qızmı dünya kö-zünen bir körip, xasta yüreğini sağıltmaq fikirine tuşken. Lâkin qaravul qoyılğan bekçilerni nasıl al-datacağını çoq tüşüngen. Onın bu tüşüncelerini ye-rine ketirecek sadıq qart davasından başqa kimse yoq eken. Qart daya om öz balası kibi seve, onın er bir isteğini yapmağa azır tura eken. Qart esir, bir çoban urbası tapıp ketire. Zift qaranlıq, yağmurlı bir gecede xan oğlunm yatağına bir baş yasap qoya, qi-yafetlerini deniştirip, bir usulnen qaravlağan bek-çilerniîî yanından keçip keteler, bir çoq kör so-qaqlardan keçip, şeernin qale divarma keleler. Yalınız ona belli olğan yer astı, gizli yolnen dağ içine çıqa ve bir qobağa keleler. Mmda çıqqan son, qa-çaqlar bir daqqa toqtap, bir nefes alalar. Son kene de qorqunçh, sarp yollardan yalınız kiyik eçkilerinifi, qaracalarnm avcıdan qorqmay serbest yürebilecek, yolcu ayağı basmağan sıq dağlardan keçip, yolsız-izsiz qayalardan atlap, tırmaşıp yürgenler.

Böylece, olar bütün gece dağnın töpesine tır-maşıp, saba açılğanda yaylanın üstüne çıqqanlar. Eki xanlıqnm smırı olğan yer bom-boş eken. Mında er eki xanlıqtan da kinişe körünmege qorqa eken. Böyle olsa da, qaçaqlar kündüz yürmekten qorqıp, aqşamğa qadar qaranlıq bir qoba içinde beklep tur-ğanlar. Qaranlıq basqanınen olar, gizliliknen, yayladan tüşeler. Alla çınlarının bekçi postlarını, avcı çalaşları, çoban xoşları arasından gizlenip ke-çerek, çoban köpeklerinin ücümmdan saqınıp, sa-bağa yaqm, yalı boyu köylerine tüşkenler.

Baba yurtmdan, öz vatanından qaçmaq qolay

kelmegen. Duyulmay izsiz dağlardan keçip, düş-man memleketine kirmek de qolay bir iş değil eken. Lâkin pek çoq bekçilernen sarılgan xan sarayına kir-mek, oran dülber qızını körmek daa da zor eken. Xan oğlu sarayğa kirmek içün bin-bir türlü çareler arasa da, iç biri fayda bermegen. Bekçiler ora quva, bekçi köpekler zavallının üstü-başıra yırta. Yüksek di-varlar, demir qapılar onıfi yoluna sed çeke ekenler.

Yaş oğlan qaarlene, sevgilisinin yüzüni körip olamağanına pek ziyade öküne eken. Qart da-yasınen eki si, mutlaqa sarayğa kirmek, emelini ye-rine ketirmek içün bir aynecilik tüşüneler. O vaqıtqa qadar eşitilmegen ilâiler, qasideler ezberlemeğe baş-lağanlar. Çoq vaqıtqace bu türkülerni ezberlegen son, derviş qıyafetine kirip, er kün saba xan sa-rayının qapısma bara, allanm büyükligini ve yer yüzü qalifesi -xannıfi devletini maqtap, gür sesinen ilâiler yırlay eken. Yaş dervişnin dülber, yanıqlı sesi, türküsindeki rica ve ezgileri en son xan qızmın qu-lağına barıp yete. O er kün belli vaqıtlarda saray qa-pısına yaqın kelip, gizliliknen dervişlernin yanıqlı, dülber ilâilerini difilep qayta eken.

Bir kün güzel Zera babası-xanğa yalvararaq, dervişlerge saray camisine kelip güzel ilâilerini yır-lamaları içün izin istegen.

Dervişlernnifi ilâileri xannın da yüreğine ke-lişkeninden, qızınm xatirini qırmay, saray camisine kirmelerine izin bergen.

İşte mında gecelemen yuqusız qalıp, xa-yallanğan sevgilisini dünya közünen birinci kere körgen. Şaşqanmdan özüni coya başlağan. Çar-şısında turğan melek, er türlü tüşüncenifi tısında, güzellikte misli olmağan, xayal etkeninden qat-qat artqaç bir dünya dülberi eken. Xan qızı, Zera da ilâilerini dinlegen yaş dervişnin dülber, gür se-sinden başqa, yamavlı faqır urbanen sarılgan ya-raşıqlı, ince belini, ay kibi yüzüni, şain baqışını, atik közlerini, cesur turuşmı eslegen.

Aradan bir qaç vaqıt keçken. Dervişler er kün saray camisinde ilâi söylemek içün kele kete eken-ler. Yaş derviş saray azbarında yalınız bir ilâi söy-lemeknen qalmay. O oq atuv, nişan aluv, küreş, qoşuv yarışlarına da qatıla, er yerde, er vaqıt bi-rincilikni ala eken.

O memleketnin hatırlarından, iç biri qu-vetlilikte, atiklikte, nişancılıqda bu yaş dervişke aqran kelmey ekenler.

Xan ve qızı Zera, bu derviş qıyafitinin astında öz memleketini taşlağan bir asilzade bardır dep, şu-belenmege başlağanlar

Aradan bir qaç aylar keçken sofi, bir kün ekisi körüşip, biri birlerine yüreklerini açqanlar. Qart pa-dişa bularnın ricalarını red etmeğe yol tapmay, ev-lenmelerine razılıq bergen. Bu eki asretnift yaş qalb-lerini tarif almaz, bir sevinç toldırğan. Xan oğlu, xan qızmın dinini qabul etip, derviş urbasını alıp, asıl-

zade qıyafetinde nişanlısının uzurma kelse de, asıl neslini, qaydan kelgenini gizlegen.

Bir yıl değende, xannın qızı Zera altm saçlı bir balaçıq bağışlağan. Bum körgen qart xan, özüni pek baxıtlı qullardan esap etken. Qalbi sevinçnen tolgan xan, torunına baba-ejdattan asabalıq qalma altın be-şikni bağışlağan. Onm soyundan kelgen bütün xan-lar balalığında bu beşik içinde asralğanından, o mu-qaddes tanıla eken.

Bu beşik temiz altından yasalğan, fil tişinen, qıymetli elmaz, zubercet, zumrut taşlarnen pek us-talıknen sırmalanğan eken. Beşik sallanğanda, öz-lüginden şırnıqlı birsesnen ‘Ayneni’ türkisini yırlay eken. Dülber Zera öz balasını bu beşik içinde yuq-latmağa başlağan.

Kel vaqıt, keç vaqıt xan qızmın islâm dinini qabul etken bir xan oğluna nikâlanğan xaberi, iblis cin tayfası xanlığına da barıp yetişken.

Xan çoqtan berli ğayıp olğan oğlum qıdırsa da, izini tapmay eken. Bekçilerni asıp-kesse de, bir çoq falcılarğa fal açtırsa da, oğlunın qayda olğanmı bir türlü öğrenip olamağan. En sonu xan, oğlunın dağ-larda ölüp qalğanına qarar bergen. Oğlunın, düşman olğan xannın qızma evlenmekten ise, böyle ölümnen ölmesi daa da xayırlıdır dep, öz gönlüni ala eken.

Düşman xannıfi sarayında olğan nikânı, qı-zmdan bala doğğanmı eşitkende, xannın qart yüreği şube ateşleri içinde yanmağa başlağan. O, düşman memlektine gizli adamlar yollap, xanıfi qızma ev-lengen yaşnın kim ekenini öğrenip, kelmelerini emir etken. Ketkenler, kerçekten de düşman dinini qabul etip, düşman sırasına kirgen xannın ğayıp sa-yılğan oğlu, olğanını anlap kelgenler.

Bum eşitken xanmn, babasına, vatanına, dinine xiyanet etip, qaçıp ketken oğluna nisbeten açuvı bü-yügen ve alevlengen. Düşman xannın qızına ev-lenip, ondan sarı yılan yetiştirgen, iblisnin dininden döngen oğluna qarşı olğan açuvı kettikçe ateş-lengen. O, oğlum doğru yoldan sarptırğan bu al-lanın cm tayfasının yuvasını, kökünden, tamırından söküp atmağa, xain oğlum da talğa asıp öldürmeğe qattı qarar bergen.

Xan bütün ulemasını çağırıp divan qurğan. Olarnın öğüne öz maqsadını qoyaraq, düşman memleketini qanğa boğmaq, oğlunın dinge, va-tanğa yapqan xiyanetliginin intiqammı almaq is-tegenini söylegen. Ulemalarnın, bu işte ona yardım etmelerini sorağan. Olar bunın ucunda yağlı quyruq olğanmı duyğanlarınen, xannın açuvını daa ziyade arttırıp, öz askerlerini bermege işandırğanlar.

İbliske tapmğan xannın ordusı dağlar içinde top-lanıp, çadırlar qurğanlar. Cm ulemaları tarafından qandırılğan, quturtılğan xannın ateşli sözlerinen alevlendirilgen askerler, düşman toprağına apan-sızdan üçüm yapqanlar. Yedi yaz, yedi qış cenk et-

kenler. Qan, özen kibi aqqan. Atlarrafi ayaqlan al-tında yer inley, dağdan tuşken düşman, canavarlar kibi üçüm etip köylerni, şeerlerni yıqa ekenler.

Allanın çınlan ise, öz vatanlarını, bala ça-ğalarını, qartlarm qorçalavda, özlerinin birer batır olğanlarmı köstere ekenler. Qart düşmannen kü-reşte, xan öz askerlerinin başında turıp, çarpışqan. Cesur yiğit kiyevi de ayrı bir ordu başına turıp, özünifi yanı vatanı, öz qadmı, balası oğrunda düş-man ordusınen qaramance cenkleşe, er vaqıt as-kerlernin ogünde, birinci sırada, en qorqulı yerlerde uruşa eken. Dünki dostları olğan, düşman as-kerlerinin üstüne arslan kibi atıla eken.

Yazıq ki, ölümden qorqmaz, ateşten saqınmaz adam, oran ordusında yalınız bir dane eken. O er yerde bulunamay, er yerge imdatqa yetişip olamay eken. O bir yerde yense, başqa bir yerde aydut dağlılarnın quturğan köpek kibi ücümlerine da-yanalmay, sıra bozula, askerler keri çekile ekenler.

O arslan kibi, bir bölük askernen düşmannın çadırına üçüm etip, içersine dalgan bir vaqıtta, ya-nındaki asker bölükleri dayanalmay geri qaçmağa yüz tutqanlar. Bundan faydalanğan düşman, om qo-laysız bir dere içinde sıqıştırğan. Düşmannın bit-mek-tükenmek bilmegen askeri, turmay kele eken. Yüksek qayalardan binlernen oq, taş parçaları, yağ-mur kibi yağğan. Bir daa, bu taşlardan bir danesi, o büyük qaramannın manlayına tiyip, om bir nefeste yerge serip qoyğan. Bu taş, xain, zalim babasının eli-nen atılgan taş eken.

Sevgili yolbaşçısını ğayıp etken ordu, düş-mannın ucumına dayanalmay, bozulğan ve bü-tünley yoq etilgen. Oldürilgen xan oğlu yanma, onın sadıq dayası, sırdaşı, qart da serilgen. Bütün çınlar arasına deşetli bir qorqu tuşken.

Artıq qarşı turmaqnın değil, anca qaçıp qur-tulmaqnı tüşüngenler. Kinleri qabarğan cin as-kerleri, yardımsız qalğan memleketnin içine sel kibi aqıp, köylerni, şeerlerni yıqqan taşlağanlar. Qar-şılarma rastkelgenlerni asqan, kesken, doğrağanlar. Taş üstünde taş qaldırmağanlar. Çeçek kibi do-nanğan yalı boyum qaranlıq, issiz bir saxrağa çe-virgenler. Esirlikke alığanlar özlerini baxıtlı saya ekenler, çünki olarnın iç olmasa, canlan sağ qalğan. Qalğanlarını, bala-çağağa barğance, qırğanlar.

Biçare cmlar qayda qaçıp qurtulsmlar? Başqa memleketke qaçıp qurtulmaq içün, denizde gemileri de yoq eken. Dağlardaki qaleleri düşman eline keç-ken. Bütün yollar, düşman memleketlerine barıp çıqa eken. Kimse içün qurtulmağa yol, imkân qalmağan. Cmlarnın xanı, qızı ve torum qahp, bugungi Alupka olğan yerde, son quvetini sarfetip, arslan kibi kü-reşken. Çoq vaqıtlar, düşman askerleri onı elge ke-çirmeknift çaresini qıdırğanlar. En son, onı te-melinden yıqmaq içün, bir çare tapqanlar. Ay-Petri yaylasının töpesine çıqıp, ondan pek balaban qa-

yalarnı qoparıp, aşağa yuvarlatıp, xan sarayını darma-dağm etkenler. Düşman askeri saraynın üs-tüne o qadar çoq taş yuvarlatqan, atta yer yüzünde saraydan eser bile qalmağan. Oran yerine, bugunki ‘xaos’ dep adlandırılğan, balaban taş yığınları mey-danğa kelgen. Ay-Petriden birici qayalar tüşkende, saraynın artıq yıqılacağını körgen qart xan qaarinden yana-yıqıla, gizli yer astı yolunen işar qayasmdaki qalege avuşqan. Biçare xan, özünen beraber qanlı közyaşlarmı tokken, qızı Zeranen torunını da alğan. Bitmez tükenmez baylıqlanndan, yalınız en qıymetli, baba tüsü olğan, altın beşikni alğanlar. Zavallılar, pek büyük zamet ve meşaqatnen, yer tübü yolunen qa-lege doğru yürigenler. Bu yol, töpede gizli bir qobağa çıqa eken. Yer tübü yolunen qapığa yaqınlaşqanda, bir vaqıtlar düşmanğa qorqu bergen qalesini, Ay-Petriden yuvarlatqan taşlarnen yer – yeksan etil-genini körgen xan, qaarinden yanğan-yaqılğan.

Zalim düşmanlar olarra bu gizli yerde kör-meycek, öldürmeycek, esirlikke alıp olamaycaq, lâkin o biçareler içün gizli qoba, qurtulış olacaqmı ya?

Bütün yerlerni xarabe alma çevirgen, er yer ölü-lernen tolgan, kimse qobanın ağızını açıp, olarnı qurtarıp olamaycaq. İç bir yardımsız qalğan ba-xıtsızlar, bu qobanm içinde açlıqtan can çekişip ol-genler. Ölecekte yaqm, qart xan altın beşiknin üze-rine öyle bir irim yapqan, beşik insan közüne körünmez bir alğa kelgen.

Rivayetke köre, şu altın beşik bu künge qadar qobada saqlı tura eken. Anca, bazıda bir quvetli fur-tuna eskende, yel qobanın içine kire de, beşikni teb-rete ve beşik yavaştan ağır ezginen, ağlatıcı bir ses-nen ayneni türküsini yırlay eken. Çoq adam işar qobasma kirip, içindeki altm beşikni elge keçirmege çalışqan, lâkin om kimse tapıp olamağan. Bu adam-larnıfi bazıları, işardan aşağı yıqılıp, parça parça olğan. Bazı birleri, sağ qaytsalar da olarnı cm çarp-qan. Olar, ya ömürlik qıyış ağız qalğanlar, ya elleri, ayaqları toplanğan, ya da delirgenler.

Qart xan beşikni pek qatı ırımlağan. Beşiknin tılsımını bilmegen, ora alıp olamaz. Bu tılsım, öz ba-basınm elinden olgen Xanzadenin arslan qalbindeki sevgi kibi, sönmek bilmegen, qorqu bilmegen, sınırı olmağan muabbet ateşinen yanğaıı, bir qalbke malik olğan, adamğa açılacaqtır.

Kaynak: Kültür Bakanlığı

Paylaş:

Yorumlar

“18/2) ALTIN BEŞİK” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. Ümit Pusat yorum tarihi 11 Haziran, 2009 20:07

    Harikasınız..Emeklerinize teşekkürler….

  2. Burak Engin yorum tarihi 8 Temmuz, 2011 01:39


    Dedemin anlattigi masallarin tadinda güzel bir öykü.Tesekkür ettim,saygilar…

Yorum yap