174) TÜRK ADI, TÜRK DAMGALARI VE HALI KİLİM TARİHİ

Yayin Tarihi 1 Nisan, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

Türk Adı, Türk Damgaları ve

Halı Kilim Tarihi

image0011.jpg

 

Proto-Türklerin Coğrafya ve Kültür Alanı

Tarihçiler Çin kaynaklarına dayanarak Altay-Sayan  bölgesini Proto-Türklerin kültür ve coğrafi çevresi olarak ifade ederler. Bu bölgenin kültürel özelliklerini ise  kültür tarihçileri ile Rus arkeologların bölgede yapmış oldukları kazı sonuçlarından öğreniyoruz.

Afanasevo kültürü (M. Ö. 3000-1700)’nde tipik tunç devri özelliği görülür. Avcılık, hayvan yetiştiriciliği, çanak-çömlek yapımı bu kültürün özelliklerindendir.  Andronovo kültürü (M. Ö. 1700-1200)’nde de   tunç ve buna bağlı olarak yapılan araçlar egemen. Yenisey ırmağı kıyısındaki Tagar kültürü (M. Ö. 700-200)’nün özelliğini ise demircilik ve hayvan motifleri, atların üzerine binilmesini sağlayan gem’in icadı, keçe, üzeri keçeyle örtülmüş araba, kımız, süt ürünlerinin kullanılması belirler. Abakan-Minusinsk-Tuva bozkırları Karasuk kültürü (M. Ö. 700’lerden sonra)’nün coğrafi alanını teşkil ederler. Bu kültürün tipik özelliğini de demirin işlenerek silah olarak kullanılması teşkil eder. Karasuk kültürüne sahip olan insanlar keçeden yapılmış çadırlarda yaşarlar tekerlekli arabalar kullanırlar[1][1].

Afanasevo ve Andronovo kültür verilerine göre M. Ö. 1700’de ata binilmeye başlanmıştır.Ata binme ise onun etinden ve sütünden faydalanmanın ikinci aşamasını teşkil ettiği için atın bu tarihlerden önce evcilleştirilmesi gerekir. Macar Türkologlardan Deer’e göre, “at olmasaydı, Avrasya’nın step adamı yıldırım çabukluğuna ve delip geçme hassasına malik bulunan muharebe tarzını asla teşkil edemez, Hunlar’ın, Avarlar’ın ve Gök Türklerin devletleri meydana gelemezdi. Hunlar adeta devletlerini at sırtında kurmuş ve korumuşlardır.

Bozkır kültürü Asya kavimlerinin, özellikle Türk kültürünün anlaşılması açısından son derece önemlidir. Çünkü bilindiği gibi bozkır kültürünün tarih sahnesine çıktığı mekan, aynı zamanda “Turan ülkesi” yani proto-Türklerin ve çağdaş Türklerin halen yaşadıkları coğrafyadır. Ayrıca insan kafa tasındaki bir kemiğin “eyer”e benzetilmesinden dolayı tıp literatüründe “sella Turcica” (Türk kemiği) denmesi bir tesadüf eseri olamaz.   

 

 

Türk Adı

Türk kavramı ilk defa “Orhon” abideleri( Şimdiye kadar Türk adının geçtiği ilk vesika olan taş abideler 720-725, 732, 735 tarihlerinde  dikilmiştirler.)nde “Türk” daha çok da “Türük” şeklinde kullanılmıştır. Ancak bu halkın birden bire ortaya çıkmadığı tarihi belgelerle sabittir. Diğer yandan bir halkın tarih sahnesinde  yerini alması için bir sürecin yaşanması  gerekir. O halde burada cevaplandırılması gereken Orhon abidelerinde geçen Türklerin ilk ataları (proto ataları) kimlerdir? Bu soruya değişik zamanlarda çeşitli tarihçiler tarafından bazen farklı bazen de aynı cevaplar verilmiştir. Mesela W. Eberhard, İ. Kafesoğlu, B. Ögel ve L. Rasonyi  gibi islam öncesi Türk tarihi konusunda uzman olan tarihçiler  “Hiung-nu” ların  proto Türkler olduğu konusunda birleşirler.

Diğer yandan Heredotos’un eserinde geçen “Targita”, Tevrat’ta adı geçen Yafes’in torunu “Togharma”, Hint kaynaklarındaki “Turukha” ve “Thrak”, Çin kaynaklarındaki “Tik”  ön Asya çivi yazılı metinlerdeki “Turukku”lar Türk kavimleri sanılmıştır[1][2] .

Zent-Avesta ile Tevrat’da da Türk adı aranmıştır. Mesela Nuh peygamberin torunu “Türk” ve Avesta’da adı geçen hükümdar Feridun (Thraetaona)’un oğlu Tûrac veya Tûr’da Türk adını taşıyan bir kavim olarak gösterilmiştir.

“Türk” kelimesini “Altaylı” yani “Turanlı” kavimleri ifade etmek için 420 tarihli bir Pers metninde (Pers edebiyatında “Türk” kelimesi güzel anlamında da kullanılmıştır.), daha sonra da cins isim olarak 515 yılında “kuvvetli Hun” tabiri yerine “türk Hun” kavramı kullanılmıştır. Fakat millet ve devlet adı olarak Türk kelimesi ilk defa Çin’de Chou sülalesi yıllığında (557-579), Batı’da Romalı Tarihçi Agathias (ölümü 582)’ın eserinde, Arapça’da N. Zubyani (ölümü 600)’nin divanında ve İslavca’da XII.asırda ilk Rus kroniklerinde kullanılmıştır[1][3].

Türk kelimesine çeşitli anlamlar verilmiş olup bunlardan yaygın olarak bilinenleri şu şekildedir. T’u-küe (Türk) = miğfer, Trk (Türk) =  terk edilmiş, Türk = olgunluk çağı. A.Wambery’ ve J. Deny’e göre de Türk kelimesi  “türemek”ten çıkmıştır. İlk Türk sosyologu Z. Gökalp  ise Türk kelimesini “töreli” yani kanun ve düzen sahibi anlamında kullanmıştır.

Yusuf Has Hacip’in  meşhur eseri “Kutadgu Bilig”de “türk” sıfat ve isim olarak iki anlamda kullanılmıştır.

Sıfat olarak = “ay ilig baka kör seningde oza beg erdi atangilde erk türk tüze” (Ey hükümdar, bak, memlekette senden önce idareyi elinde tutan bey senin baban idi). Burada Türk adı “güç, kuvvet” anlamındadır[1][4].

İsim olarak = “Körü borsa emdi bu türk begleri ajun beglerinde bular yigleri(Eğer dikkat edersen, görürsün ki, dünya beyleri arasında en iyileri türk beyleridir.) “Bu türk beglerinde atı belgülüg tonga alp er erdi kutı belgülüg (Bu türk beyleri arasında adı meşur ikbali ayan-beyan olanı Tonga Alp-Er idi)[1][5]

 

Türk  Kavramının Kullanılış Şekilleri

Tujue=Türkler

Tu-küe (bilindiği gibi Çince de ‘r’ sesi yoktur) =Türküt=Türkit                  

Türküz=Türkü=Turkyt=Turkid=Twrky=Türk

             Hung=Khun=Kün=Hun

Hiung-nu=Hyiung-nu=Hsiung-nu=Hunlar=Proto Türkler

Chuni=Hunlar

T’u-chüe=Gök-Türkler

Kök-Türük=Gök-Türk

Türük=Türk

Tu-ku=Türk

Tu-cüe=Türkler

Uz=Tork=Oğuz

Türkmen= İslamın ilk yıllarında müslüman olan Oğuzlara Pers ve Arap tarihçilerce  verilen isim.

Turanlı= Türk  (Turan, eski Perslerin Türkistan için kullandığı kavram.)

Tork=Uz (XI. asrın ortalarında Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Oğuzlar’a Rus yazarları ‘Tork’, Doğu Roma yazarları ise ‘Uz’ demişlerdir.)

              Hunlar, İskitler ve Gök Türkler

              Klasik Roma, Latin ve  Ermeni tarihçileri (Theodoretos, Sidonius, Priskos gibi tarihçiler) Hunları İskitler olarak zikretmişlerdir[1][6]. Bu satırların yazarı da Kazakistan’daki Mangışlak, Özbekistan’daki Hiva ve Hakasya’ya bağlı tarihi Uybat şehirlerinde eski mezarların ve bazı giyim tarzlarının Hunlar ve İskitlere ait olduğunu tespit etmiştir.

        “Hemen hemen bütün Çin tarihleri, eski çağlarda Hienyün (Hiung-nu) adı ile görülen kavimlerin Hunların ataları oldukları üzerinde birleşirler”[1][7]. Sümer’de, Türk devlet teşkilatının ilk  kurucularının Hiung-nu’lar olduğunu belirtir[1][8]. Diğer yandan  “Göktürk devleti, aşağı yukarı Büyük Hun devletinin bir devamı gibidir”[1][9].  Çünkü Çin kaynaklarında Gök-Türkler’in, Uygurlar’ın ve Kırgızlar’ın Hiung-nu’lar’ın soyundan oldukları ve Hiung-nu devletinin 24 komutan tarafından idare edildiği belirtilmiştir[1][10].

 “Gök-Türklerin menşei konusunda ortaya çıkan en belirgin ve isabetli sonuç 542 yılına kadar Altay dağlarının güney eteklerinde yaşıyor olmaları, bütün Çin kaynaklarının ittifakla bildirdiği üzere Hunlar’dan gelmeleri ve onların kuzeyinde bulunmuş olmalarıdır[1][11].  Dolayısıyla Gök-Türkler Hunlar’ın bir koludur.

Hunların tarihte bilinen ilk kaanları olan Mete ile Oğuz Destanı’nında adı geçen Oğuz kaanla aynı şahıs olduğu hakkında folklorcular arasında yaygın kanaatler vardır. 

Çin yıllıklarında Hiung-nu ların kullandıkları  “tanrı, kut, börü, il ordu, tuğ, kılıç ve benzeri Türkçe kelimeler zikredilmiş olsa da Hunlarla ilgili ilk tarihi belge M.Ö 318’de bir anlaşmada zikredilmiştir. O zamanlar Çin’de yönetimi elinde bulunduran Chou iktidarının zayıflaması sonucu  iç çatışmalar meydana gelir. Bu ortamda Ch’in’lerin kuvvetlenerek iktidarı ele geçirmesinden korkan diğer beş derebeylik Hiung-nu’lar ile ittifak anlaşması  yaparlar[1][12].

 

          Hiung-nu’ların Genel Özellikleri

         Hiung-nu’lar M.Ö.400’lerden itibaren Çin kaynaklarında görülmeye başlanmışlardır. Bunlardan önce de Çin kaynaklarında “Tujue” olarak geçen kavramın Türkleri ifade ettiği belirtilmektedir. İlk Türk hakanlığını ise (M.Ö.552) de tarih sahnesinde yerini aldığı belirtilmiştir[1][13]. Bunlardan önce Çin’de kurulan Chou devleti (M.Ö.1050-256)’nin dini inanışları, bazı adetleri ve Türklerin yaşadığı coğrafya da kurulmuş olması nedeniyle Türklerle ilgisi üzerinde durulmuştur. Ancak bu görüş hala ispatlanamadığı için bir varsayımdan öteye gidememiştir.

Göçebe hayatı yaşarlar, genel olarak at, sığır ve koyun beslerler ziraatle uğraşırlar. Bu nedenle hububat ambarları da vardır. Besin araçları genelde et ağırlıklıdır. Elbiseleri hayvan postundandır. Kımız içerler. Yayları, sesli okları, deriden elbiseleri vardır

Her yılın beşinci ayında göğe ve yere kurban kesmek suretiyle büyük bir bayram yaparlar bu bayramda at yarışları da yapılır. Sonbaharda yani 8.ayda bir orman etrafında yahut yere çakılmış ve işaret vazifesi gören dalların etrafında at koşusu yapılır. Sol kutsal sayılır güneş ve aya taparlar.

 Büyücüler kötü ruhlara karşı gelsin diye koyun ve sığır kemiklerini yol üzerine gömerler. Hun büyücülerinin Çinlilerin  hizmetinde kullanıldıkları söylenir.

Yün örtüler, yün kumaşlar, muhtelif cinste keçeler ihraç ederler.

Gan-su da bulunan Gu-tzanğ şehri Hiung-nu’lar tarafından kurulmuştur.Ancak yarı göçebe bir hayat yaşadıkları için büyük şehirleri yoktur.

Siyasi olarak toplumda 24 asalet mertebesi vardır. Kırmızı saçlı, beyaz yüzlü, uzun boylu yeşil gözlüdürler[1][14]

 

Hiung-nu’ların Kurdukları Devletler

Hiung-nu’lar hakkında Çin yıllıklarındaki ilk belgeyi esas alırsak,  kurmuş oldukları devletler:

1.      Büyük Hun Devleti (M. Ö. 318- M.S. 48)

2.      Kuzey Hun Devleti (M. S. 48-156)

3.      Güney Hun Devleti (M. S. 48-216)

4.      Birinci Chao Devleti M. S. 303-329)

5.      İkinci Chao Devleti (M. S. 328-352)

6.      Akhunlar Devleti (M. S. 350–577)

7.      Hsia Hun Devleti (M. S. 407-431)

8.      Kuzey Liang Hun Devleti (M. S. 401-439)

9.      Avrupa Hun Devleti (M. S. 374-469)

Tu-cüe’lerin Genel Özellikleri

İlk vatanları Altayların etekleridir. Hiungnu’ların bir kısmına Tu-cüe’ler denir.

Dişi kurttan geldiklerine inanırlar. Çünkü bunlara göre ilk ataları dişi kurt tarafından emzirilmiştir. Bu nedenle bayraklarının üst kısmında   kurt tasviri vardır.

Kurt efsanesi yalnız Tu-cüe’ler için değil bütün Türkler için tipik bir motiftir

Tu-cüe’ler, Juan-juan’ların demir işlerini yaparlar. Atalarından birinin yüzü kırmızı ve gözleri göktür.Elbiseleri soldan ilikli (Çinlilerin elbiseleri sağdan ilikli) saçları kesiktir.Üzeri keçe ile örtülü çadırlarda (yurt) otururlar.Göç ederler avcılıkla uğraşırlar. Et yerler, kımız içerler, kürk ve yün kumaş giyinirler. Hakanları halı üzerinde oturur.

Hakan şahsi kudretine bakılarak seçilir. Boynuzdan yayları ve kemik uçlu okları, uzun mızrakları, kılıç ve bıçakları vardır. İyi binici ve nişancıdırlar.

Ölüler merasimle çadıra konur, koyun ve at kurban edilir.Ölü çadırı etrafında at yarışları yapılır. Matem sembolü olarak yüzler çizilir. Ölü servet ve atıyla birlikte yakılarak külü mezara konur. Ölünün bir resmi hazırlanır. Ölen kişinin öldürdüğü adam kadar taş  sayısı mezarının üstüne yığılır.

Kurban edilen hayvanların kafatası bir sırığa geçirilerek dikilir.Her yıl kutsal sayılan ata mağarasına kurban kesilir.Büyük bayram beşinci ayın ikinci yarısında gök ve yer tanrıya kurbanları kesilmesiyle başlar.

Kızlar ayak topu oynarlar. Kımız içerler ruhlara inanırlar, büyücüleri sayarlar

Hiung-nu’ların yazıları gibi yazıları vardır.Adetleri her bakından Hiung-nu’ların kine benzer [1][15].  

 

Tu-cüe’lerin Kurmuş Oldukları Devletler:

  1. Birinci Göktürk Devleti (M. S. 552-582)
  2. Doğu Göktürk Devleti (M. S. 582-630)
  3. Batı Göktürk Devleti (M. S. 582-630)
  4. İkinci Göktürk (M. S. 681-744) 

 

 Araştırma Alanı

 Dikkatinize sunulan  sosyo-kültür unsurlarının malzemelerini derlemek için alan araştırmalarına 1996-1997 yıllarında Kazakistan’ın güney bölgeleri ile ve Sır Derya (Seyhun)  boylarını esas alarak başlanmıştır. Sonra Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da araştırmalar yapılarak Ağustos 1997’de Gürcistan üzerinden Türkiye’ye dönülmüştür. Derlenen malzemeleri Türkiye’dekilerle karşılaştırmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Batı Anadolu’da da alan çalışmaları yapılmıştır. 1999, 2000, 2001 yıllarında da Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da bazı bölgelerde tekrar, ayrıca  Eylül2001’de de Altaylar (Novokuznes, Novosibir,  Abakan, Minusinsk, Sayanogras, Uybat,  Kızıl)’da alan çalışmaları yapılmıştır. Araştırma alanlarında halı, kilim,mezar, mezar taşı ve arkeolojik kültür unsurları hakkında yirmi bin (20.000) civarında fotoğraf çekilerek tasnif edilmiştir. En  iyimser bir yaklaşımla her fotoğrafta iki sembol olduğunu kabul edersek, bu kırk bin sembol demektir

 

            Damgalar

Damgalar Türk tarihi açısından son derece önemli belgelerdir. Çünkü  damgalar Türkler’de yazının olmadığı zamanlardan kaynaklanmış olup, o günden bugüne  kadar   Türk grupları tarafından bir arma olarak kullanılmışlardır. Ayrıca bu damgaların bazıları Türklerin ilk alfabesi olan Runik alfabesinin bazı harflerini meydana getirmişlerdir. Türk adının yazılı olduğu  günümüzdeki en eskisi belge olan orhon abideleri de Runik alfabesiyle yazılmıştır.

Yani Türklerin  halı, kilim, mezar gibi eselerde kullandıkları damgalar, bazen harf, bazen arma, bazen süs, bazen de bir statü aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Bu damgaların bir  özelliği de Kızılderililerin Bering boğazından geçerek Amerika’ya göç eden ilk Türkler veya Asyalılar  olduklarını savunan bilim adamlarınca, en önemli vesika olarak kullanılmalarıdır. Gerçekten de  Kızılderililerin gelenekleri ve kullandıkları damgalar eski Türk kültürüyle önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu konuda Ethel G. Stewart’ın “Dene ve Na-Dene Kızılderilileri” ve  Clark Wissler’in “ Indians of the Linited States” adlı çalışmaları gibi eserlere bakılabilir.

 

            Semboller  halkların kültürlerinde çok önemli olan otantik belgelerdir. Özellikle Türkler için semboller, hem bir bağımsızlık hem de bir süs ve sanat eşyası olmanın ötesinde mitolojik özelliklere  sahiptir. Mesele Türklerin yaratılış destanlarından olan Oğuz Kaan Destanı’nda da Türklerin 24 boydan meydana geldiği anlatılır. Ayrıca 24 Oğuz boyunun damgaları ya olduğu gibi ya da kısmen değişerek hâlâ Türk halkları tarafından kullanılmaktadır.

 

            Bu araştırmada  İslam öncesi Türklerin  Tanrı veya kutsal kabul ettikleri bazı totemlerin  isimlerinin sembollerde kullanıldığını tespit edilebilmiştir. Mesela “umay ene (Umay ene, eski Türklerin koruyucu tanrısı.), kartal, geyik, koç” sembollerini  bunlardan bir kaçıdır. Ancak araştırma esnasında Türk isimli bir sembole rastlanamamıştır. Fakat “Türkmen gülü” veya “Hun gülü” (Yukarıda da belirttiğimiz gibi tarihçilere göre Hunlar Türklerin büyük devlet kurmuş ilk atalarının adıdır.) denen semboller tespit edilebilmiştir.

           

Halı-kilim sanatı ve tarihi

          Halı-kilim sanatından söz etmeden önce onun ham maddesinin elde edilmesini sağlayan koyun ve onun ortaya çıkmasını sağlayan sosyal şartlardan söz etmek daha yerinde olur kanısındayız. Çünkü halı-kilim sanatı ile koyunun ehlileştirilmesi, göçebe hayatın şartlarından dolayı çadırların içinin döşenmesi ve çadır için gereken keçenin elde edilmesi arasında yakın bir ilişki vardır.

Tarihçelere göre Altay bölgesindeki bir yer adından dolayı “Afanasevo kültürü” denilen kültür alanında, ilk kez at ehlileştirilmiş olup bu bölgede yaşayan insanların da Hunlar olduğu belirtilmiştir[1][16]. “Hayvan yetiştiren atlı göçebelerin, göç ederken, yük taşıyan hayvanlarca taşınabilecek, kolay nakledilebilen çadırlara ve çadır eşyalarına ihtiyaç vardı. Çadırların tanziminde Avrupa üslubunda mobilyalar tanınmıyordu. Böylece çadırların tanziminde en önemli rolü halılar oynuyordu… Uhlemann’a göre halıcılığın asıl vatanın tam kuru istep bölgeleri olduğunu, Klimatik hususiyetler de ortaya koyar… İstep kuşağının en karakteristik göçebe kavimleri Türk kavimleri olduğu için, halı yapımı ve yayımı bakımından oynadıkları rolün en büyük olduğu yolundaki düşünceler de tabidir. Bu pek çok mütehassısın üzerinde birleştiği bir fikirdir”[1][17]. Atla beraber koyun bozkır şartlarının vazgeçilmez hayvanıdırlar. At manevra gücüyle yoğun Çin nüfusu karşısında Türklere hayat hakkını sağlarken, koyun da yapağıyla giyinecek ve barınacakları eşyaların yapımına imkan vermiştir. Türkler koyunların yünlerinden keçeler yapmışlar ve koç başlarını da keçelerine, kilimlerine-halılarına vb damga olarak işlemişlerdir. Mesela “… Yenisey’in yukarı akımında ve Uygurlar’dan sonra, bir müddet Moğolistan da yaşayan Kırgızların halıları da keçe cinsindendi. Bunlarda kullanılan bezek motiflerine yerliler koçkardıng müzü (koçların boynuzu) derler”[1][18]. Kazakistan’daki Kazak Türkleri’nin hâlâ keçeden ayakkabı-çizme yaptıklarını ve üzeri koç başlı nakışlarla işlenmiş keçeleri, bütün Türk cumhuriyetlerinde görmek mümkündür.

 

 Bu konuda Rus etnograflarından A. Miller  1924 yayınlanan “Doğunun Halı Mamülleri” adlı eserinde aynen şunları yazmaktadır: “Fars dokumalarında hakim olan ‘çiçek ve bitki’ motifidir. Kafkasya’da arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan höyüklerdeki halı motifleri tamamiyle 14-15.yy göçebe Türklerin nakışlariyle aynilik gösterir. Kafkas dokumacılığına Türklerin bu katkısını görmezden gelemeyiz”. Diğer yandan yazar halıcılık tarihi hakkında şunları yazar: “Halı eşyalarının üreticileri sadece Türk kabileleridir. Bunlardan bazılarını sayacak olursak: Türkmen, Karakalpak, Özbek, Masaget ve Kırgızlardır. Özellikle göçebe Kırgızlarda halıcılık, göçebelik hayatına ilişkin yaşama ve ihtiyaçlarla sıkı ilişkiler sergiler. Bu konuda 15.yy’da Timurleng’in sarayını ziyaret etmiş İspanyol gezgin Clavicho’da bize tanıklık eder. Ayrıca Türkistan’ın yerleşik halklarından Sart ve Tacikler halıcılıkla uğraşmazlar”[1][19]

 

Yukarıda kısaca değinilen Afanasevo kültürünün merkezini teşkil eden Bateney kasabası dolayındaki bir kurganda süs eşyalarının yanında koyun ve at gibi hayvanların kalıntılarına rastlanmıştır[1][20]. Bilindiği üzere at Türkler’de binek hayvanı olmanın yanında en önemli kurban hayvanları arasında da yerini alır. Mesela eski Türklerin gökyüzü için at, toprak için de koç kurban ettikleri bilinmektedir. Hâlâ Kazakistan’da en önemli kurban hayvanı at olduğu gibi, onun eti koyun, sığır, deve gibi hayvanlara göre daha da pahalıdır.

Türklerin iç Asya’da yaşadığı bölgeler tarihçiler tarafından “atlı hayvan yetiştiren kültür bölgesi” olarak adlandırılırken bu kültürü ilk Türklerin meydana getirdiği belirtilmiştir. Türk sanatının en önemli üsluplarından biri olan hayvan üslubunun da bu kültürle ortaya çıktığı belirtilmektedir. İfade edilen kültürün önemli araştırmacılarından Menghin’e göre Ural-Altay halklarının dünya tarihinde iki önemli rolleri olmuştur. Bunlardan birincisi hayvan yetiştiricilikleri, ikincisi de devlet kurma becerileridir[1][21].

 

Dünyada bilenen en eski halı bilindiği üzere Altay bölgesindeki Pazırık kurganında bulunmuştur. Öte yandan bu bölge tarihin bilinen devrinden bu güne kadar Türkler tarafından kullanılan yerleşim yerleridir. Ancak Rus arkeolog Rudenko, Pazırık’da bulduğu halının İran halısı olduğunda ısrar etmiştir. Ondan sonra Pazırık halısı konusunda yazı yazan başka Rus kazıbilimci ve sanat tarihçileri de İran ya da İskit halısı olduğu konusunda çeşitli yazılar yazmışlardır. Ayrıca bölgede eskiden ve günümüzde Türklerin yaşamış olduklarından hiç söz etmedikleri gibi çok uzak bir ihtimal olarak Moğolların ya da Çinlilerin yaşamış olabileceklerini ifade etmişlerdir.

 

Bu konuda ilgi çekici bir yaklaşım da UNESCO’dan gelmiştir. Adı geçen kuruluş on beş dilde yayınladığı “Görüş Dergisi”nin on ikinci sayısını (1976) İskitler ile Pazırık halısına ayırmış olup dergide yazı yazanların hepsi Rus ve Ukranya kökenlidirler. Bu dergide yazı yazanlar ne hikmetse, İran, Osset, Altaylılar, Tuva, Kazakistan, Moğol, Çin, Rus, İskit, Ukranya adlardan sıkça söz etmelerine rağmen, Türk kavramını kullanmaktan ısrarla kaçınmışlardır. Adı geçen dergide yalnızca ilk Türk hakanının cenaze töreninde bir örnekle söz edildikten sonra Bizans’tan elçi olarak Avar ve Rumların da bulunmuş olduğu ileri sürülmektedir”, denildikten sonra “cenaze törenine gelenler Pasifik kıyıları, Sibirya ve Orta Asya gibi Türkler’e bağlı olmayan yerlerden gelmişlerdir” denilmektedir. Dergi bütünüyle incelenirse, yazılanların yukarıdaki örnek de olduğu gibi bilimsel anlayışa pek dikkat edilmediği anlaşılacaktır. Mesela bir yerde İskitlerin yurdu Karadeniz’in kuzeyi denirken, bir başka yerde Sibirya’daki İskit eserlerinden ve bir başka yerde de “İskitlerin akrabaları olan Altaylılar” gibi mezarlarını düzenledikleri belirtilmiştir. Ayrıca, “Orta Asya”nın (yani Büyük Türkistan’ın) Türklerle ilgisi olmadığını belirtmiş ve biraz dil coğrafyasıyla ilgili olanları güldürecek seviyede “Altaylıların İskitler gibi Farsça’nın çeşitli lehçelerini konuştukları sanılmaktadır”[1][22] diye yazılmıştır. Aynı dergide İskitlerin at sırtında silah kullandıkları, tanrılarına özellikle at kurban ettikleri, domuz beslemedikleri, kımız içtikleri, doğuştan çoban oldukları, ölümden sonraki hayata inandıkları, bundan dolayı da mezarlara yiyecek koydukları ve yiğit kişilerin ise mumyalanarak kıymetli eşyalarıyla, atıyla gömüldüğü, koç başlı kapları olduğu, tekerlekli çadırlarda yaşadıkları belirtilmiştir[1][23].

 

            Dünyada bulunan ilk halı örneği Pazırık halısı olduğuna göre, halı-kilim hakkında yazanların Pazırık halısıyla ise başlamalarında yarar vardır. Bilindiği üzere Pazırık yaylası Balıklı Göl yakınlarında Yan Ulagan ırmağı kıyısındadır. Buradaki kurganların birinde çıkarılan ve dünyanın bilinen ilk halısı olarak kabul edilen halı üzerindeki pars damgası ile at, eyer ve pantolonlu süvari resimleri günümüze kadar bozulmadan kalabilmişlerdir. Pars, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’nın ve Tataristan’ın devlet damgası olduğu gibi, Kazakistan’da pantolona “şalvar” denirken, Anadolu’da giyilen şalvar tipine rastlanmaz. Ayrıca insanların kafa tasında olup da eyere benzeyen bir kemiğe Türk eyeri (sella Turcica) dendiğini tıpla az çok ilgilenen herkesin bildiği husustur. Dolayısıyla bir tek eyer ile atlı süvarilerin giyinişleri dahi, Pazırık halısının Türk kültürüyle ilgili olduğunu ispatlama açısından, çok önemli ip uçları vermektedir. Ayrıca eyerin Türk buluşu olması ve atlı kültürün gereği olan giyim biçiminin Fars giyim tarzıyla alakasının olmaması da önemli bir bilgi kaynağıdır. Ancak Rudenko, Pazırık’daki incelemeleri sonucunda şu satırları yazmıştır: “Her halde bu mezar Türk veya Moğol ırkına ait değil, aryani ırktan olan İskitlerindir”[1][24]. Fakat İskitlerin “aryani” bir ırktan olmadıkları, en azından kımız içmelerinden, domuzu topraklarında barındırmamalarından, at kurban etmelerinden ve ölüm ile mezar törenlerinden anlamak mümkündür. Mesela kımızı Türkler ve Moğollar’dan başka bir kavmin içmediği ve onu Batılıların 1944’e kadar tanımadıkları bilinmektedir. Öte yandan İskitlerin Türk olduğu, en azından Türklerin sosyo-kültürel çevresi içinde olduklarına dair eserler aksi görüşteki eserlerden hem daha çok, hem de bu doğrultudaki bilgiler daha tutarlıdırlar. Ayrıca milattan önceki “III. asırdaki Çin vakanüvislerine göre Pazırık havalisinde Hunlar bulunuyorlardı… Pazırık höyüğünün şarkında yaşayan Ürenha Türklerinden Uygur Ondar (onlar) yahut Ondar Uygur Oymağı hâlâ mevcuttur… Hülasa Pazırık harfiyatında açılan mezardaki defin, ayin ve merasimlerini gösteren bütün eserler ancak Türklerin defin, ayin ve merasimlerine ait anane ve adetleriyle izah olunmaktadır. Harfiyattan çıkarılan bütün eserler Türkler’in Orta Asya ve Altay’da kablelmilat devrinde inkişaf ettirdikleri kültürün mahsulleridirler”[1][25].

 

Kuşkusuz bir kültür unsurunun bir bölgede bulunması o kültür unsurunun o bölgeye ait olacağı anlamını taşımaz. Fakat bulunan kültür unsurunun özellikleri, kollarının daha çok hangi sosyo-kültürel çevrede oluştuğu ile o çevrede neyi ifade ettiği, bir kültür unsurunun hangi bölgenin ya da sosyo-kültürel çevrenin eseri olduğu hakkında önemli ipuçları verir. Mesela antropologlar arasında, bir kültür unsuru daha çok nerede bulunuyor ve sosyo-kültürel hayat açısından önemli anlamlar taşıyorsa, o kültür unsurunun oranın eseri olduğu hakkında yaygın bir görüş vardır.

 

Pers hakanlığına ait en eski vesikalar M.S. VIII. yy.’dan kalmadır. Ayrıca İran kültürü konusunda görüşleri -genelde- dünyaca kabul gören Spiegel, Kremer ve Geiger gibi uzmanlar “halıcılığın Perslerde autochthon (esas, asıl, otantik, esas yerli) bir şey olmadığını söylerler”[1][26].

 

 Ancak Piotrovsky, Pazırık’ta bulunan halıdan “ünlü İran halısı” olarak söz ettikten sonra, Altay dağlarında bulunan keçelerde Çin, İran ve İskit etkisinin görüldüğünü belirtir[1][27]. Gryaznov’da “… Orta ve Güney Kazakistan’da Altayların batı yörelerinde ve Tuva’da İskitlerin dönemine ait eserler ele geçirilmiştir” dedikten sonra, İskit Sibirya hayvan sitilinin Tuna boylarından Çin seddine kadar geniş bir alanda görüldüğünü belirtir[1][28]. O halde İskitlerin yaşadığı bölgeler tarihin bilinen devrinden beri Türklerce meskun yerler olup, hâlâ Türkler Kazakistan, Tuva ve Altaylar’da yaşamaktadır. Ayrıca uzmanlık alanları Hun, Çin ve Moğol tarihi olan tarihçiler tarafından Altay bölgesi, yaygın kabule göre Türklerin ilk yurtları olarak ifade edildiğine göre, problemin olmaması gerekir.

 

 Vambery 1863 yılında Hive, Tahran, Buhara gibi bölgelerde yaptığı seyahatler hakkında bilgiler verirken halı ve keçe imalatının Türkmenler tarafından yapıldığını zikrederek nakışların işlenişini şöyle anlatır: “Bir kadın dokunulması istenen nakışların örneklerini kum üzerine parça parça çizer, işçilerde bu örneğe bakarak halıyı dokurlar”[1][29]. Halı sanatının doğduğu coğrafya Türklerin yaşadığı alanlardır. Halı hakkında yapılan yüzyıla yaklaşan çalışmaların halı sanatının bütün dünyaya Türkler tarafından tanıtıldığını ortaya koymaktadır. Pazırık halısından önce bulunan ve VI. yy. ait olan halı da Doğu Türkistan’da bulunmuştur. İslam ülkelerine ise halı, Selçuklular tarafından tanıtılmıştır. Pazırık’da bulunan düğümlü halı da bilim adamları tarafından “Türk Düğümü” olarak bilinen “Gördes Düğümü” ile dokunmuştur. Ayrıca düğümlü halı tekniği ilk defa İç Asya’da kullanılmıştır. Bu nedenle bazı eserlerde düğümlü halıların Türk tarihiyle yakın ilgisi olduğu belirtilir. Sanat tarihçilerinin belirttiğine göre, “İran Düğümü” “asimetrik” Türk düğümü ise “simetrik” tir. Dolayısıyla Pazırık halısındaki düğümlerin de simetrik olması, bu halının Türk halısı olduğu, en azından İran halısı olmadığı hususunda önemli bir belge olması gerek[1][30].

Bilindiği üzere Pazırık halısında ve günümüzdeki Türk cumhuriyetlerinde dokunan halı-kilimlerdeki hakim unsur hayvan damgalarıdır. Hayvan damgası ise konunun uzmanları olan Menghin, Kopper, Grousset, Rasonyi, Barovka’ya gibi tarihçilere göre “göçebe kültür” alanından kaynaklanmış[1][31] tır. Bu kültür çevresinin merkezini ise Hakas, Tuva ve Altay Özerk cumhuriyetleri’nin olduğu coğrafya teşkil etmektedir.

 

L. P. Kyzlassov, K. F. Simirov, Kisselev ve Griaznov gibi Rus bilim adamları da Rudenko’nun görüşlerine karşı çıkarak, Pazırık’da bulunan halının İran halısı olduğuna dair görüşlere itiraz etmişlerdir. Sanat tarihi uzmanlarından K. Erdman da önceleri Pazırık’da bulunan halının Türk halısı olduğu konusunda kuşkular taşımış olsa da en son yazdığı eserde bu halının “Türk ilmiğiyle dokunmuş” olduğunu kabul ederek, Pazırık halısının Türk halısı olduğu görüşünü savunmuştur[1][32]. Diyarbekirli’ye göre de “Pazırık halısı Altaylarda yaşayan Hun topluluklarının bir nevi maddi değerlerinin aynası olarak karşımıza çıkmaktadır”[1][33].

 

          Pazırık halısındaki hakim damgaları, araştırma alanımızda yalnızca halı-kilimlerde değil, bir evin dış duvarında, kağıt paralarda “orak çekiçlerin” arasında, bir mezar taşında, hatta tuvaletlerin tavanlarında veya duvarlarında görebilirsiniz. Dolayısıyla bu konuda düşünenlere Altaylar’dan Van’a, Hakkari’ye oradan da Adana’ya Bergama’ya, Çanakkale’ye ve Edirne’ye kadar olan bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında alan çalışması yapılarak tespit edilen fotoğrafların, çoğunun benzer değil, aynı olmaları önemli bilgiler ifade etmesi gerekir. Ayrıca bu kadar geniş bir alandaki insanların yüzyıllarca aynı damgaları işlemeleri, Pazarık halısını hiç görmeyen  adını dahi duymayan insanların, o halıdaki damgaları mezar taşlarına, iş ve eğlence yerlerine, halı-kilimlerine hatta Lenin’in heykeline işlemeleri, düşünen insanlara bir anlam ifade etmesi gerekir kanısındayız.

Mustafa AKSOY
http://www.haberakademi.net
http://www.sosyalbilimler.org

 

Dipnotlar

[1][1] Kafesoğlu,  İ., Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1998, s. 50-53.

       -Oral,  E., Türk Tarihi ve Kültürü, İstanbul, 2001, s. 12-13.

      – Okladnikov,A. P., “Tarihin Şafağında İç Asya”, Erken İç Asya Tarihi (Der. D. Sinor), İstanbul, 2000, s. 118-139.

[1][2] Kafesoğlu, İ., a. g. e.,  s. 43.

[1][3] Kafesoğlu, İ., a. g. e., s. 45.

[1][4] Arat, R. R., Kutadgu  Bilig, Ankara, 1979, s. 514.

[1][5] Arat, R. R., a. g. e., s. 43. 

[1][6] Ahmetbeyoğlu, A., Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara, 2001, s. 9.

[1][7] Ögel, B., Büyük Hun İmparatorluğı, I. Cilt, Ankara, 19981, s. 41.

[1][8] Sümer, F., Oğuzlar, Ankara, 1972, S. 2.

[1][9] Ögel, B., a. g. e., s. xvıı.

[1][10] Sümer, F., a. g. e., s. 2.

[1][11] Taşağıl, A., Gök-Türkler, Ankara, 1995, S. 9. 

[1][12] Kafesoğlu, İ., a. g. e.,  s.59.

[1][13] Thıerry, F., “Türgişlerden Büyük Uygurlara”, Türkler Ansiklopedisi, 3. Cilt, S. 209.

          -Muzıo, C., L., “Erken Dönem Türklerinde Defin İşlemleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt, S. 123.

[1][14] Eberhard, W., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1996, S. 76-77.

[1][15] Eberhard, W., a. g. e., s. 86-88.

[1][16] Ögel,B.,  İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1991, s. 207-209.

[1][17] Rasonyi, Lydia, “Türklerde Halacılık Terimleri Ve Halıcılığın Menşei”, Türk Kültürü, Sayı 103, 1971, s. 614, 615.

[1][18] Rasonyi, L, Tarihte Türklük, Ankara, 1996, s. 42.

[1][19] Miller, A., Doğu’nun Halı Mamülleri, Leningrad, 1924, s. 3, 6, 15, 22, 23.         

[1][20] Çoruhlu, Y., Türk Sanatının Abc’si, İstanbul, 1993, S. 17.

       – At Ve At Kültürü Hakkında Bk: Aksoy, M., “Türkler’de At Kültürü Ve Kımız”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 134, 1998.

[1][21] Rasonyi, L., a.g.e., s. 3, 4.

[1][22] Piotrovsky, B. B., “İskitlerin Dünyası”, Görüş Dergisi,. Sayı 12, 1976, s. 4, 7.

        – Zavitukhina, M. P., “Pazirik”, Görüş Dergisi, Sayı 12, 1976, S. 31, 36.

[1][23] Görüş Dergisi, Sayı 12, 1976, S. 10, 2, 18, 32.

          – Ayrıca Bk: Aksoy,  M., A.G.M.

[1][24] İnan, A., Makaleler Ve İncelemeler, Iı. Cilt, Ankara, 1991, s. 262.

[1][25] İnan, A., A.G.E., s. 263, 267.

[1][26] Rasonyi, Lydia, a.g.m., s. 616.

[1][27] Piotrovsky, B. B., a.g.m., s. 6, 8.

[1][28] Gryaznov, M. P., “Öteki Dünya İçin Hazırlanan Atlar”, Görüş Dergisi, Sayı 12, 1976, s. 38, 41.

[1][29] Vambery, A., Orta Asya Gezisi (Haz. N. A. Özalp), İstanbul, 1993, S. 57.

[1][30] Yetkin, Ş., “Yurdumuzdaki Müzeler Ve Camilerde Bulunan Değerli Halılar”, Türk Kültürü

Dergisi Sayı 4, 1963, s.2.

        -Yetkin, Ş., Türk Halı Sanatı, Ankara, 1991, s. 1,2.

        – Haock, H., Doğu Halıları (Çev. N. G. Görgünay), Ankara, 1975, s. 38.

        – Diez, E., -Aslanapa, O., Türk Sanatı, İstanbul, 1955, s. 46.

[1][31] Diez, E., Aslanapa,  O., A.G.E., s. 43.

          -Kafesoğlu, İ., a.g.e. s. 208, 209.

          – Çoruhlu, Y., a.g.e., s. 17.

[1][32] Diyarbekirli, N., “İlk Türk Halısı”, I. Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara, 1974, s. 263.  

          -Tekçe, E.F., Pazırık, Ankara, 1993, s. 32,33.

[1][33] Diyarbekirli, N., a.g.m., s. 267.

Paylaş:

Yorumlar

“174) TÜRK ADI, TÜRK DAMGALARI VE HALI KİLİM TARİHİ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Ata KAN yorum tarihi 17 Nisan, 2008 15:43

    Ancak bu araştırma Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan’ın eserleri de katılarak zenginleştirilmeli.Türk tarihinin cok daha derin olduğuna Atatürk te inanmış, bunun üzerine anadolu’da en az 7000 yıldır bulunduğumuzu belirtmiştir.Atamızın düşünceleri Kazım Mirşanın araştırmaları ile uyuşmaktadır.

Yorum yap