110) Fuzuli

Yayin Tarihi 27 Ekim, 2016 
Kategori KAHRAMANLAR VE BİLGİNLER

Fuzûlî

image001

1483-1556

————————————————————————————

Fuzûlî, sadece Azerî sahasının değil, hem Anadolu hem de bütün bir Türk dünyasının yetiştirdiği zirve şahsiyetlerin başında gelmektedir. Ömrünün çoğunu Bağdat’ta geçirmesine ve bazı kaynaklarda Hilleli olduğu söylenmesine karşılık, Fuzûlî kendisinin Kerbelâ’da doğduğunu söyler. Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî Oğuz boylarından biri olan Bayat boyuna mensuptur. O, gençlik yıllarında söylemiş olduğu şiirlerin başkaları tarafından sahiplenilmesi üzerine tercih edilmeyeceğini düşündüğü “Fuzûlî” ismini kendisine mahlas olarak seçmiş; hem lüzumsuz söz söyleyen, boşboğaz, başkalarının işine karışan, arsız anlamına gelen hem de fazl kelimesinin çoğulu olarak erdemli, üstün, yüce, mütevazı anlamlarını içeren bu kelimeyi niçin mahlas olarak seçtiğini Farsça Divan’ının mukaddimesinde uzun uzun anlatmıştır.

Fuzûlî’nin hayatı, şiire ve sanata bakışı hakkındaki görüşlerine ve değişik konulardaki düşüncelerine yine eserlerinde özellikle de Divan dibacelerinde ulaşmamız mümkündür. Ne zaman şiir yazmaya başladığı, ilk tahsilini ve sonrasında almış olduğu eğitimi, şiire ve nesre bakışını buralardan çıkarmamız mümkündür. Buna göre sanatçının küçük yaşta okula başladığı, burada okuduğu âşıkâne şiirlerin etkisinde kalarak yine bu tarzda şiirler kaleme aldığını kendisinden öğrenmekteyiz. Fuzûlî Türkçe Divan’ının dibacesinde (ön sözünde): “Benim yaratılış sayfamda ezelden beri kaza kalemi şiirin muhabbet harfini yazmıştır. Yaratılış bahçemde sevgi ve ahenk tohumları ekilmiş olan bu kabiliyet, bir ilkbahar havasında buluttan nem kaparak çiçeklenen fidan gibi umut yüklü idi ve o mizaç tarlamda şiir zevkinin gülü bitti.” diyerek doğuştan gelen yeteneğine işaret eder. (Karahan, 1996:779)

Hayatı Necef, Hille, Kerbelâ yani Bağdat havalisinde geçen şair, bu topraklardan başka bir yere gidememiş ancak bulunduğu topraklarda bir hâmî (koruyucu, sahip çıkan) bulamadığı için de fakirlik içinde yaşamıştır. Bir kıt’asından anlaşıldığına göre, Necef’te Hz. Ali türbesinde bekçilik yapmış; ancak düşmanları yüzünden buradan ayrılmak zorunda kalmıştır. Tekrar bu işi alabilmek için Seyyid Muhammed-i Necefî adlı birine kaside yazarak ricada bulunması, Fuzûlî’nin ne derece maddî imkânsızlıklar içinde bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir. Kanunî’nin Bağdat seferi esnasında Hayalî ve Yahyâ Bey ile tanışan Fuzûlî Rum şairlerine gıpta ile bakmış; İstanbul şairlerinin mazhar olduğu lütuf ve ihsanlara mazhar olabilmek için başta padişah olmak üzere vezir İbrahim Paşa, Rüstem Paşa, Ayas Paşa gibi pek çok devlet ileri gelenlerine kasideler takdim etmiştir.

Türkçeye olduğu kadar Arapça ve Farsçaya da vâkıf olan şair, Anadolu sahasından Necatî Bey ve Azerî sahasından Habîbî’den etkilenmiştir. Hafız, Selman, Nizamî ve Câmî’nin de Fuzûlî’nin edebî kişiliği üzerinde etkisi olduğu söylenebilir. Daha hayatta iken ünü bütün Osmanlı coğrafyasını kaplayan şair kendisinden sonraki pek çok şairi etkilemiş, 16. yüzyıl tezkirecileri ondan uzun uzadıya ve sitayişle bahsetmişlerdir. Öyle ki 16. yüzyılın kudretli şairlerinden Bâkî, Hayâlî, Yahyâ Bey, Rûhî başta olmak üzere hemen bütün şairler ona nazireler söylemişlerdir.

Fuzûlî’nin şiirlerinin hemen hepsinde aşk dile getirilmiştir. Bu aşk, maddî ve beşerî bir aşk görüntüsüyle başlayarak ilahî bir aşkın olgunluğuna ve coşkusuna ulaşmıştır. Fuzûlî’nin şiirlerindeki güzel veya sevgili eti kemiğiyle somut bir şekilde kendisini hissettirmez. Daha çok soyuttur veya muhayyeldir. Ancak Fuzûlî’nin bilhassa gazellerinde geçen her sevgiliyi de mutlaka ilâhî aşk ile yorumlamamak gerekir. Öyle ki onun bazı beyitlerinde beşerî ve ilâhî aşkın birbiriyle yoğrulduğu, imtizaç ettiği de görülmektedir. İster beşerî kaynaklı, ister ilâhî kaynaklı olsun Fuzûlî’de aşk, bütün içtenliği ve coşkusuyla karşımıza çıkmaktadır. Ona göre aşk yolu hatalarla doludur; ancak o, sonu ölüm de olsa bu yoldan asla dönmez. Aşk, insanda bir anda oluveren bir özellik değildir. Onu elde etmek için çeşitli merhaleleri aşmak, kemalâta erişmek lazımdır. Fuzûlî’nin aşkı, zorluklar ve imkânsızlıklar karşısında tahammül, feragat ve sabrın göstergesi haline gelmiştir.

İlahî aşk ve tasavvuf, Fuzûlî’nin şiirlerinde önemli bir unsur olup, şiirleri âdeta bu mihver etrafında dönmektedir. Döneminin ve çevresinin genel yapısı, kendisinin içli ve içine kapanık ruh hâli onun tasavvufî aşka yönelmesi için önemli olan etkenlerdi. Fakat buna rağmen Fuzûlî, mutasavvıf bir şair değildir. Dolayısıyla tasavvuf onda yegâne amaç olmayıp, diğer konular yanında sanata ve ilhama son derece uygun gelen bir özellik göstermektedir.

Fuzûlî pek çok değişik bilim dalında yetkinliğinin yanında özellikle şiir sanatında kusursuz örnekler vermiştir. Burada, şüphesiz, ondaki doğuştan gelen üstün şairlik tabiatını unutmamak gerekir. Divan şiirinin klâsik mazmun ve kurgularını ustalıkla kullanmanın yanında, yeni ve orijinal mazmun bulmakta da mahir birisidir. İlk bakışta yalın, anlaşılır görünen beyitlerin, üzerinde düşünüldükçe yeni yeni anlamlar ve bağlantılarla örüldüğü görülür. Bu, birbiriyle bağlantılı örgüleri içinde lüzumsuz olarak kullanılmış kelimeler hemen hiç yok gibidir. Şiirde kullandığı hemen bütün kelimelere yüklediği değişik görev ve işlevler vardır. Onun için Fuzûlî’nin şiirindeki her kelimeyi kendi içinde ve diğer kelimelerle bağlantılı olarak değerlendirmek, onun şiirini anlamanın ve yorumlamanın önemli taraflarından biridir.

image002

Fuzûlî Arapça, Farsça ve Türkçe Divanlarının yanında, her üç dilde manzum ve mensur pek çok eser yazmıştır. Fuzûlî’nin bütün Türk sahalarında bilinip tanınması sebebiyle özellikle Türkçe Divanı pek çok kez istinsah edilmiş ve değişik merkezlerde basılmıştır. Fuzûlî’nin Divan’ından sonra en tanınmış eseri, Şark edebiyatının en meşhur hikâyesi olan Leylâ vü Mecnûn mesnevisidir. Konusunu çölde geçen acı ve ıstırap dolu bir aşk hikâyesinden alan bu eser, Fuzûlî’nin acı ve ıstıraba meyilli yapısına uygun geldiği için alanının gayet başarılı bir örneği olmuştur. Eserde Fuzûlî ilâhî aşkı mecaz yoluyla anlatmıştır. Eserin genel seyri takip edildiğinde başlangıçta belki beşerî aşk olarak değerlendirilebilecek Leylâ aşkı, hikâyenin nihayetinde Hak aşkına dönüşür. Burada Mecnûn’un bir tasavvuf erbabının “seyr ü sülûk”unu temsil etmesi söz konusudur.

Beng ü Bâde mesnevisi, görünürde şarap ile afyonun mukayesesini yapar ve sonuçta şarabın üstün olduğu neticesine ulaşır. Hikâyedeki şahıslar tamamen boza, şarap, afyon, beng vs. gibi içki meclisinden seçilmiş olup, sembolik kullanımlar içermektedir. Fuzûlî’nin Terceme-i Hadis-i Erbain adlı eseri, Molla Câmî’nin Hadîs-i Erbâ’în adlı eserinin aynı vezinle Türkçeye tercümesidir. Oldukça sade bir dille kaleme alınan bu eser tercüme olmakla birlikte, olduğu gibi aktarma değildir. Fuzûlî, Câmî’nin seçtiği kırk hadisi tercüme etmekle birlikte kendisi de ilâvelerde bulunmuştur. Fuzûlî’nin Farsça yazılmış kısa bir mesnevisi daha vardır. Heft Câm olarak da bilinen Sâkî-nâme isimli bu mesnevi adından da anlaşılacağı üzere içkiyle, rintlikle ilgili bir eserdir. Mesnevide rintlikle ilgili olarak kullanılan pek çok kavram esasen tasavvufî bir mana taşır ve kişinin insan-ı kâmil olma yolunda ne gibi aşamalardan geçerek aşk sırrına vakıf olduğunu terennüm eder. Yine Hadîkatü’s-Süedâ Fuzûlî’nin tanınmış eserlerinden biri olup İranlı Hüseyin Vaizi’nin Ravzatü’ş-Şühedâ isimli eserinin tercümesidir. Eser Kerbelâ olayını anlatır. Bunların dışında sanatçının Rind ü Zâhid isimli “zahid” tipini canlandıran baba ile “rind” tipini canlandıran oğlunun muhaveresini içeren bir mensur eseri,  yine Sıhhat u Maraz isimli Farsça mensur bir eseri ile Muamma Risalesi ve Matlau’l-İtikad isimli Arapça mensur bir eseri bulunmaktadır. Ve tüm bunların dışında Fuzûlî’nin çeşitli vesilelerle Nişancı Celâlzâde, Musul Bayraktarı Ahmed Bey, Ayas Paşa, Kadı Alâeddin ve Şehzade Beyazıd’a çeşitli vesilelerle yazmış olduğu edebî kıymeti haiz mektupları bulunmaktadır.

Fuzûlî, sadece Anadolu ve Azerî sahasını değil, bütün Türk dünyasının, hatta Doğu-İslâm edebiyatlarının en büyük lirik şairlerindendir. Kendinden sonraki pek çok şairi etkilemiş, yüzyıllarca sevilerek okunmuş ve takip edilmiştir. Bu itibarla Fuzûlî, Türkçe ile oluşturulan bu edebiyatlar arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Aynı şekilde söz konusu edebiyatlar arasında birleştirici ve bütünleştirici yönüyle de hizmet etmiştir.

http://www.genelturktarihi.net/

Kaynaklar

Karahan, Abdulkadir (1996), Fuzûlî, Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, İstanbul.

Küçük, Sabahattin vd., (2004), Türk Dünyası Ortak Edebiyatı, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara.

Tarlan, Ali Nihad (1985), Fuzûlî Divanı Şerhi, Ankara.

İpekten, Halûk (1991), Fuzûlî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Ankara.U

Fuzuli ve Eserleri hakkında geniş bilgi için: fuzuli

SU KASİDESİ

Dôstum âlem senünçün ger olur düşmen bana 
Gam degül zîrâ yetersin dôst ancak sen bana

(Dostum senin yüzünden herkes bana düşman olursa bu dert değil 
zira bana dost olarak yalnız sen yetersin)
Işka saldum ben beni pend almayup bir dôstdan 
Hîç düşmen eylemez anı ki itdüm ben bana

(Bir dosttan nasihat almayıp kendimi aşka saldım. 
Benim kendime ettiğimi hiçbir düşman yapmaz)
Cân ü ten oldukça benden derd ü dâğ eksük degül 
Çıhsa cân hâk olsa ten ni cân gerek ni ten bana

(Canım ve tenim var oldukça benden dert ve aşk yarası eksik olmaz. 
Canım çıksa tenim toprak olsa daha iyi. Çünkü bana ne can ne de ten gerekir)
Vasl kadrin bilmedüm fürkat belâsın çekmedin 
Zulmet-i hecr itdi çoh târîk işi rûşen bana

(Ayrılık belasını çekmeden kavuşmanın değerini bilmedim. 
Çok karanlık bir işi bana ayrılık karanlığı aydınlattı)
Dûd ü ahkerdür bana serv ile gül ey bâğbân 
N’eylerem ben gülşeni gülşen sana külhan bana

(Ey bahçivan! Benim gönlümün ateşi gül, ahımın dumanı da servidir. 
Ben gülşeni ne yapayım. Gülşen senin olsun, külhan da benim)
Gamze tîgin çekdi ol mâh olma gâfil ey gönül 
Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şîven bana

(Ey gönül! O ay yüzlü kılıcını çekti. Gafil olma. 
Bugün senin ölmen benim de yas tutmam kararlaştırılmıştır)
Ey Fuzûlî çıhsa can çıhman tarîk-i ışkdan 
Reh-güzâr-ı ehl-i ışk üzre kılun medfen bana

(Ey Fuzuli! Canım çıksa aşk yolundan çıkmam. 
Mezarımı aşıkların gelip geçtiği yol üzerine yapın)
Hüsnün oldukça füzûn ışk ehli artuk zâr olur 
Hüsn ne mikdâr olursa ışk ol mikdâr olur

(Senin güzelliğin arttıkça aşk ehlinin inlemesi de fazlalaşır. 
Çünkü güzellik ne kadar olursa aşk da o kadar olur)
Cennet içün men’ iden âşıkları dîdârdan 
Bilmemiş kim cenneti âşıklarun dîdâr olur

(Aşıkları cennet için sevgilinin yüzüne bakmaktan men eden kişi, 
bilmemiş ki aşıkların cenneti o yüzdür)
Aşk derdinden olur âşık mizâcı müstakîm 
Âşıkun derdine dermân itseler bîmâr olur

(Aşığın mizacı aşk derdiyle mükemmelleşir. 
Aşığın derdine derman olunursa o hastalanır)
Zâhid-i bî-hod ne bilsün zevkini ışk ehlinün 
Bir aceb meydür mahabbet kim içen huşyâr olur

(Kendinde olmayan zahit, aşıkların derdini nasıl bilsin. 
Muhabbet öyle bir şaraptır ki onu içen kendine gelir)
Işk sevdâsına sarf eyler Fuzûlî ömrini 
Bilmezem bu hâb-ı gafletten kaçan bîdâr olur

(Fuzuli ömrünü aşk sevdasına sarf eder. 
Bilmiyorum bu gaflet uykusundan ne zaman uyanır)
Gönülde bin gamum vardur ki pinhân eylemek olmaz 
Bu hem bir gam ki il ta’nından efgân eylemek olmaz

(Gönülde bin gamım var, bunu gizlemem mümkün değil. 
Bu öyle bir gamdır ki başkasının ayıplamasından figan etmek olmaz)
Ne müşkil derd olursa bulınur âlemde dermânı 
Ne müşkil derd imiş ışkun ki dermân eylemek olmaz

(Alemde ne kadar zor dert olursa derman bulunur 
Senin aşkın ne zor dert imiş ki derman bulmak mümkün değil)
Fenâ mülkine çoh azm itme ey dil çekme zahmet kim 
Bu tedbîr ile def’-i derd-i hicrân eylemek olmaz

(Ey gönül, yokluk ülkesine çok yönelme, boşuna zahmet çekme. 
Çünkü bu tedbir ile ayrılık derdini def etmek mümkün değildir)
Sahın gönlüm yıharsın pendden dem urma ey nâsih 
Hevâ-yı nefs ile bir mülki vîrân eylemek olmaz

(Ey nasihatçi, sakın öğüde başlama, gönlümü yıkarsın 
Nefsin arzusuyla bir mülkü viran etmek olmaz)
Dehânun üzre la’lün istemiş dil def’i müşkildür 
Görinmez hîç cürmi yoh yire kan eylemek olmaz

(Gönül senin ağzının üstündeki lali istemiş. Bunun yerine getirilmesi zordur. 
Onun hiçbir günahı görünmüyor. Yok yere kan dökmeye gerek yok)
Du’âlar eylerem benden yana bir dem güzâr itmez 
Ne çâre sihr ile servi hırâmân eylemek olmaz

(Dualar ediyorum, benden tarafa bir an olsun gelmiyor. 
Sihir ile servi yürütmenin çaresi yok ki)
Fuzûlî âlem-i kayd içresin dem urma ışkundan 
Kemâl-i cehl ile da’vâ-yı irfân eylemek olmaz

(Ey Fuzuli, kayd aleminin içindesin, aşkından bahsetme. 
Tam bir cehaletle kültür davasında bulunmak yanlıştır)
Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrandur sana 
Hak bilür insan dimez her kim ki insandur sana

(Ey melek yüzlü, senden başka herkes sana hayrandır. 
Allah bilir ya insan olan sana insan demez)
Virmeyen cânın sana bulmaz hayât-ı câvidân 
Zinde-i câvîd ana dirler ki kurbandur sana

(Sana canını vermeyen ebedi hayatı bulamaz. 
Sana kurban olana ebedi hayatı buldu derler)
Âlemi pervâne-i şem’-i cemâlün kıldı ışk 
Cân-ı âlemsin fidâ her lahza bin candur sana

(Aşk bütün dünyayı güzelliğinin mumuna pervane yaptı. 
Sen alemin canısın, sana her an bin can fedadır)
Âşıka şevkunla cân virmek inen müşkil degül 
Çün Mesîh-i vaktsin can virmek âsandur sana

(Aşığa senin sevginle can vermek zor değildir. 
Çünkü sen dönemin İsa’sısın senin için can vermek kolaydır)
Çıhma yârum giceler âğyâr ta’nından sakın 
Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksandur sana

(Ey yarim geceleri dışarı çıkma, yabancıların ayıplamalarından kork. 
Sen güzellik semasının ayısın, bu senin için noksandır)
Pâdişahum zulm idüp âşık seni zâlim dimiş 
Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtandur sana

(Ey padişahım, aşık sana zalim diyerek zulmetmiş. 
Güzel olanlardan kötülük gelmez, bu sana bir iftiradır)
Ey Fuzûlî hûb-rûlardan tegâfüldür yaman 
Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsandur sana

(Ey Fuzuli, asıl kötü olan güzel yüzlülerin kayıtsızlığıdır. 
Onlardan cefa bile gelse bu senin için bir ihsandır)
Benüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasun yâ Râb 
Esîr-i derd-i ışk u dâg-ı hicrân olmasun yâ Râb

(Ya Rab benim gibi hiç kimse inlemesin ve perişan olmasın. 
Hiç kimse aşk derdinin ve ayrılık yarasının esiri olmasın) 

Dem-â-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden 
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Râb

(Daima bu merhametsiz putlardan dolayı ızdırap çekiyorum. 
Ya Rab bir müslüman bu kafirlerin esiri olmasın)
Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm 
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Râb

(O ay yüzlünün beni öldürmeyi düşündüğünü görüp dert edindiğim 
budur: düşüncesinden o ay yüzlü pişman olmasın ya Rab)
Çıharmak itseler tenden çeküp peykânın ol servün 
Çıhan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Râb

(O servi boylunun okunu tenden çıkarmak isteseler, 
çıkan yaralı gönül olsun da temren olmasın ya Rab)
Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsuz n’olur hâlüm 
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Râb

(Onun eziyetine, cefasına alıştım. Onlar olmadan halim ne olur. 
Onun cefasına sınır, cevrine son olmasın ya Rab)
Dimen kim adli yoh yâ zulmi çoh her hâl ile olsa 
Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Râb

(Demeyin ki onun adaleti yok zulmü çok. 
Nasıl olursa olsun ondan başkası gönül tahtına sultan olmasın ya Rab)
Fuzûlî buldı genc-i âfiyet meyhâne küncinde 
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Râb

(Fuzuli sağlık hazinesini meyhane köşesinde buldu. 
Ya Rab o mülk mübarek bir mülktür viran olmasın)
Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var 
Âşık-ı sâdık benem Mecnûn’un ancak adı var

(Bende Mecnun’dan daha fazla aşıklık yeteneği var. 
Gerçek aşık benim, Mecnun’un sadece adı var)
N’ola kan tökmekde mâhir olsa çeşmüm merdümi 
Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var

(Göz bebeği kan dökmekte maharetli olsa ne olur. 
O yetenekli bir tohumdur, senin gamzen gibi bir üstadı var)
Kıl tefâhür kim senün hem var ben tek âşıkun 
Leyli’nün Mecnûn’ı Şîrîn’ün eger Ferhâd’ı var

(Eğer Leyla’nın Mecnun’u, Şirin’in de Ferhat’ı varsa, 
senin de benim gibi bir aşığın var. Bununla iftihar et)
Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle 
Derde yoh sabrı anun her lahza bin feryâdı var

(Ey gül ben temkinli birisiyim beni bülbüle benzetme. 
Onun derde tahammülü yok, her an bin feryadı var)
Eyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur 
Her kimün kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var

(Öyle kötü haldeyim ki feleğin cevrinden dolayı mutsuz olan her kişi, 
benim halimi görünce mutlu olur)
Gezme ey gönlüm kuşı gâfil fezâ-yı ışkda 
Kim bu sahrânun güzergâhında çok sayyâdı var

(Ey gönül kuşum aşk semasında gafil gezme. 
Çünkü bu sahranın yolunda çok avcı var)
Ey Fuzûlî ışk men’in kılma nâsıhdan kabûl 
Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var

(Ey Fuzuli nasihatçinin aşkı yasaklamasını kabul etme. 
O akılla ilgili bir tedbirdir. Bir temeli yoktur)
Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîşânundadur 
Kande olsam ey perî gönlüm senin yanundadur

(Gönül kuşunun yuvası senin dağınık saçlarındadır. 
Ey sevgili nerede olsam gönlüm senin yanındadır)
Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb 
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur

(Aşk derdiyle hoşum ey tabip bana ilaç verme, derdime derman olma. 
Çünkü beni helak edecek zehir senin vereceğin dermandadır)
Çekme dâmen nâz idüp üftâdelerden vehm kıl 
Göklere açılmasun eller ki dâmânundadur

(Naz ederek düşkünlerden eteğini çekme. 
Sen eteğine tutulmuş olan ellerin göklere açılmasından kork)
Gözlerüm yaşın görüp şûr itme nefret kim bu hem 
Ol nemekdendür ki la’l-i şeker-efşânundadur

(Gözlerimin yaşını tuzlu görüp ondan nefret etme. 
Çünkü o senin şeker saçan dudaklarındaki tuzdandır)
Mest-i hâb-ı nâz ol cem’ it dil-i sad-pâremi 
Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur

(Naz uykusunun sarhoşu olup, yüz parça olan gönlümü toparla. 
Çünkü onun her parçası senin kirpiklerinin ucundadır)
Bes ki hicrânundadur hâsiyyet-i kat’-ı hayât 
Ol hayât ehline hayrânem ki hicrânundadur

(Senden ayrı olmakta hayatı bitirme özelliği vardır. 
Senden ayrı olup da hala yaşayanlara hayranım)
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadın 
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur

(Ey Fuzuli senin can ipliğinde olan ve sevgilinin saçından kaynaklanan kıvrımlar mum gibi yanmadan açılmaz)
Yâ Rab hemîşe lütfunı it reh-nümâ bana 
Gösterme ol tarîki ki yetmez sana bana

(Ya Rabbi lütfunu her zaman bana yol gösterici kıl. 
Sana ulaşmayan yolu bana gösterme)
Kat’ eyle âşinâluğum andan ki gayrdur 
Ancak öz âşinâlarun it âşinâ bana

(Sana yabancı kişilerle olan dostluğumu kes. 
Sadece kendi dostlarına beni dost et)
Bir yirde sabit it kadem-i i’tibârumı 
Kim rehber-i şerî’at ola muktedâ bana

(İtibar adımımı öyle bir yerde durdur ki, 
şeriat kılavuzu Hz. Muhammed bana önder olsun)
Yoh bende bir amel sana şâyeste âh eger 
A’mâlüme göre vire adlün cezâ bana

(Eğer senin adaletin bana amellerime göre bir ceza verirse yazık, 
çünkü bende sana yakışır bir amel yok)
Havf-i hatâda muztaribem var ümîd kim 
Lütfun vire bişâret-i afv-i hatâ bana

(Hata korkusuyla müzdaribim. Senin lütfunun bana hatamın bağışlanacağı müjdesini vereceğini ümit ediyorum)
Ben bilmezem bana gereken sen hâkîmsin 
Men’ eyle virme her ne gerekmez bana bana

(ben bana gerekeni bilmem. Sen hakimsin. 
Bana ne gerekmiyorsa beni ondan uzaklaştır, onu verme)
Oldur bana murâd ki oldur sana murâd 
Hâşâ ki senden özge ola müdde’â bana

(benim istediğim senin istediğindir. Haşa! 
Çünkü benim senden başka bir isteğim yoktur)
Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr 
Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ bana

(Beni Fuzuli gibi heves hapsinde bırakma. 
Ya Rabbi beni yokluk yoluna yönelt)
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su 
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su

(Ey göz! Gönlümdeki ateşlere su saçma. 
Çünkü bu kadar tutuşan ateşe su çare olmaz)
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem 
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su 

(Dönen kümbetin rengi su rengi midir bilmiyorum. 
Yoksa gözümden çıkan su mu dönen kümbeti doldurmuştur) 

Zevk-i tîgünden aceb yoh olsa gönlüm çak çak 
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Kılıcının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılmaz. 
Çünkü devamlı geçmekle su duvarda yarıklar bırakır)
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin 
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yaralı gönül senin peykanının sözünü korkuyla söyler. 
Her kimde yara varsa o suyu ihtiyatla içer)
Suya virsün bâğban gülzârı zahmet çekmesün 
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâra su 

(Bahçıvan gül bahçesini suya versin, boşuna zahmet çekmesin 
Çünkü o bin gül bahçesine su verse bile senin yüzün gibi bir gül açılmaz)
Ohşadabilmez gubârını muharrer hattuna 
Hâmenün bahmakdan inse gözlerine kara su

(Kalemin bakmaktan gözlerine kara su inse bile, 
yazar gubar hatlı yazısını senin ayva tüylerine benzetemez) 

Ârızun yâdiyle nemnâk olsa müjgânum n’ola 
Zâyi’ olmaz gül temennâsiyle virmek hâra su 

(Senin yanağını anarak kirpiklerim ıslansa ne olur 
gül beklentisiyle dikene su vermek boşuna değildir) 

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgün dirîg 
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gam günü hasta gönülden kılıcını esirgeme 
Karanlık gecede hastaya su vermek sevaptır)
İste peykânun gönül hecrinde şevkum sâkin it 
Susuzam bir kez bu sahrâda benümçün ara su

(Ey gönül, onun peykanını iste, ayrılığında benim ona karşı olan arzumu sakinleştirsin. 
Susuzum, bu sahrada bir kez de benim için su ara)
Ben lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi 
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su

(Ben senin dudaklarının tutkunuyum, zahidlerse kevser istiyor 
Nitekim sarhoşa şarap içmek hoş gelir ayık insana su) 

Ravzâ-i kûyına her dem durmayup eyler güzâr 
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâra su

(Su galiba o hoş yürüyüşlü serviye aşık olmuş ki , 
her an onun köyünün bahçesine gidiyor) 

Su yolın ol kûydan toprag olup dutsam gerek 
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Toprak olup suyun yolunu tutup o köye varmasını engellemem gerekir. 
Çünkü su benim rakibimdir. Bırakmam ki o köye varsın) 

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar 
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Ey dostlar! Eğer onun elini öpmek arzusuyla ölürsem, 
toprağımdan testi yapıp onunla yare su sunun)
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger 
Dâmenün duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun duasına karşı aksilik eder 
Su onun eteğini tutsun ve ayağına düşüp yalvarsın)
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile 
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. 
Su gül budağının mizacına girsin ve bülbülü kurtarsın)
Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme 
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâra su 

(O güzel ahlakını insanlara ilan etmiş. 
Su seçilmiş Ahmet’in yoluna tabi olmuş.) 

Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ 
Kim sepüpdür mu’cizâtı âteş-i eşrâra su

(O insanoğlunun efendisidir. Seçilmiş incilerin deryasıdır. 
Ki onun mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir)
Kılmagiçün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnâkın 
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(O peygamberlik bahçesinin parlaklığını tazelemek için, 
mucizeyle mermerden su çıkarmıştır)
Mu’cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim 
Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâra su

(Onun mucizesi alemde öyle sonsuz bir denizmiş ki 
o denizden binlerce ateşe tapan kafirin ibadethanesine gidip ateşlerini söndürsün su)
Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ’ 
Barmağından virdüği şiddet güni Ensâr’a su

(Onun savaş günü parmağından Ensar’a su verdiğini kim işitse, 
hayretinden parmağını ısırır)
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât 
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Onun dostu yılan zehri içse, içtiği zehir ab-ı hayat olur. 
Düşmanı su içse içtiği su yılan zehrine dönüşür)
Eylemiş her katreden bin bahr-i rahmet mevc-hîz 
El sunup urgaç vuzû’ içün gül-i ruhsâra su

(O abdest almak için gül gibi olan yüzüne eliyle su serptiğinde, 
o suyun her damlasında binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl 
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Onun ayağının toprağına erişeyim diye su, 
ömür boyu başını taştan taşa vurup avare gezer)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr 
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun türbesinin toprağına zerre zerre nur salmak ister. 
Su parça parça da olsa o dergahtan dönmez)
Zikr-i na’tün virdini derman bilür ehl-i hatâ 
Eyle kim def’-i humâr içün içer mey-hâre su

(Sarhoşun baş ağrısını gidermek için su içtiği gibi, günah işleyenler de senin na’tının zikrini daima dillerinde tekrarlamayı dertlerine derman bilirler)
Yâ Habîba’llâh yâ Hayre’l-beşer müştâkunam 
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâre su

(Ey Allah’ın sevgilisi, insanların hayırlısı, susuzluktan yanıp dudağı kuruyanların su istemeleri gibi ben de seni özlüyorum)
Sensen ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi’racda 
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o keramet denizisin ki, Miraç gecesinde senin feyzinin çiğ taneleri, 
sabit ve seyyar bütün yıldızlara su eriştirmiştir)
Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner 
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi’mâra su

(Senin mezarını onaran mimara su lazım olsa 
güneş çeşmesinden her an çokça saf ve tatlı su akar)
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma 
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su 

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmıştır. 
Senin ihsan bulutunun o ateşe su serpeceğini umuyorum)
Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri 
Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü’-i şehvâra su 

(Seni övmenin bereketiyle Fuzuli’nin sözleri, 
nisan bulutundan düşüp büyük inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur)
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda Rûz-ı Haşr 
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su 

(Mahşer günü gaflet uykusundan uyanıp gözünden hasret göz yaşı döktüğü vakit)
Umduğum oldur ki Rûz-ı Haşr mahrûm olmayan 
Çeşme-i vaslun vire ben teşne-i dîdâra su 

(Senin yüzünü görmeye susamış Fuzuli’yi vuslat çeşmenden mahrum etmeyeceğini ummaktayım)

DÜZENLEYEN: YILMAZ KARAHAN

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap