110) ANADOLU BİLGELİĞİ-3

Yayin Tarihi 3 Nisan, 2009 
Kategori KÜLTÜREL

ANADOLU BİLGELİĞİ-3

Post Modern Felsefe
  Aynı görüşü 20. yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş batılı düşünürler savunmuştur. Onların bu yeni bakış açısına Postmodern Felsefe denmiştir. Postmodern felsefeyi geliştirmiş olan  Derrida, Lyotard, Faucault ve diğerleri, anlam dünyamızı (modernizm bağlamında) sarsacak çözümlemelere giriştiler. Kuhn ve Feyarebend de postmodern düşünceye birçok katkıda bulundular. Postmodern yaklaşım bir sorgulamadır. Bu doğru. Fakat neyi sorguluyor? 200 yıla yakın bir süredir batı toplumlarına kesin doğru imiş gibi pompalanan birtakım önyargıları ve varsayımları.

  Bunların sorgulanması birinci aşamadır. “Modern” dönem olarak kabul görmüş olan Aydınlanma Düşünce sisteminde doğanın akıl ve mantık yoluyla anlaşılıp açıklanabileceği inancı vardı. Postmodern düşünce ise bu yaklaşımı sorguluyor. İnsanın doğayı ve çevresinde gelişen olayları açıklamak yerine yorumladığıni iddia ediyor.
  “Modern” adı verilmiş olan, fakat günümüzde klasikleşmiş olan bilim döneminde doğa ile insan kopuk ve birbirlerinden bağımsız olduklarından doğada herhangi bir anlam bulunmadığı inancı vardı. Çünkü nesnel doğada “şuur” (bilinç) yok olduğu sanılıyordu. Oysa ki postmodern bakış anlamsızlık yerine, anlamsız gibi görünen olgularda gizli olan anlamı ortaya çıkarabilmek gayreti içindedir.

image0017.jpg  Önce, Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın meşhur ettiği “Yapı bozumculuğu” (decontruction) kavramından söz etmek istiyorum. “Yapı bozumu” yıkım değildir, nihilizm ile ilgili değildir, analiz hiç değildir. Daha çok batı düşünce sisteminin aşkın durumları açıklamakta karşılaştığı zorlukları çözebilmek için başvurulan bir bakıştır. 

  Yaşayan felsefe içinde yapı bozumculuğu, Heidegger ve Nietchze tarafından ileri sürülmüş olan “yıkım” veya “tersine çevirme” kavramlarından daha az negatif bir yaklaşımdır. Ancak, yapı bozumculuğunun kesin olarak tanımlanmaması felsefe ile uğraşanları rahatsız etmektedir. Çünkü, felsefe kesin kavramlarla çalışmak zorundadır. Bir bakıma felsefeye “Kavram matematiği” de denebilir. Dolayısıyla, açık ve kesin tanımlı olmayan kavramlar felsefenin ilgi alanının dışındadır, şeklinde bir görüş bulunmaktadır.

  Ancak, felsefi kavramlar ortamın ve kültürün ürünü olmak zorundadırlar. Her dönemde ortaya atılmış olan kavramlar hem o dönemin bilimsel görüşlerinden etkilenmiş hem de o dönemin varsayımları ve inançları üzerine inşa edilmiştir. Şu halde, 20. yüzyılda ileri sürülen bilimsel kavramlarla postmodern görüşün örtüşmesi hem doğal hem de gereklidir. Ayrıca, yazıya dökülen her düşünce katılaşmış ve orada sabitleşmiştir. O yazıyı yeniden canlandırmak için güncel kavramlar yardımıyla yeniden yorumlamak gerekir. İşte bu girişime “Hermeneutic” (yorumbilim) denmektedir. Hermeneutic bir bakıma ölü metinlere can vermek onlarda gizli kalmış anlamları ortaya çıkarmak olarak da tanımlanabilir.

image0022.jpg  Anadolu bilgelerinin kısa ve öz şiirlerinde gizli kalmış olan anlamları ortaya çıkarmak da yorumbilim yapmak olarak görülebilir. Bu gelenek zaten bizim kültürümüzde eskiden beri vardı. Metinlerdeki gizli anlamları yorumlamaya “şerh etmek” denir. Şerh sözü açıklamak, ortaya serip yorumlamak anlamına gelir.

   Bir diğer Anadolu bilgesi olan Muhiddim İbnül Arabi’nin birçok eseri vardır ve onlara pek çok şerh yazılmıştır. Örneğin, Füsusu’l Hikem adlı eserini Davud Kayseri, Abdullah Bosnevi, Bâli Efendi, Ahmed Avni Konuk ve en son da Ekrem Demirli şerh etmişlerdir. 1868-1938 yılları arasında yaşamış olan Ahmed Avni Konuk büyük bir tasavvuf bilgini olarak Füsusu’l Hikem’den başka Mevlana’nın Mesnevi’sini de tercüme ve şerh etmiştir. Ayrıca kendisi hem beste yapmış hem de bestelerinin sözlerini (güftelerini) yazmıştır. Şiirleri gerçek bir Anadolu bilgesinin yaklaşımını içerir.

image003.jpg  Zamanımızın bir diğer Anadolu bilgesi 1900-1970 yılları arasında yaşamış Adana doğumlu İsmail Emre’dir. Bir bilge kişi olan İsmail Emre “doğuş” adını verdiği şiirlerinde tasavvuf düşüncesini işlemiştir. İşte size devrimizin Yunus Emre’si olan İsmail Emre’den bir doğuş:

Dostum ile görüşmüşüm, başka hayal neme gerek.
Onun ile geliş gidiş, başka visal neme gerek.

Dolaşmışım taa ruhuna, başka cemal neme gerek.
O’dur veren “gel” haberi, başka zeval neme gerek.

Hiç meyvası olmaz acı, başka bir dal neme gerek.
Yemişinden yer de kanar, başka bir mal neme gerek. 

Zümrüt kuşu yuva yapar, olmuşlar hal, neme gerek.
Emre kalmaz biz ile siz, başka bir hal neme gerek.

  Bu şiirde bazı sözcüklerin karşılığı: Visal=sevgiliye kavuşma (A), Cemal=güzel yüz (A), Zeval=sona eriş (A). En son mısrada “Emre kalmaz biz ile siz” demekle ikiliği terk edip birliğe ulaştığını belirtiyor. İsmail Emre bu şiirinde akıl ve mantıktan değil sezgi ve sevgiden söz ediyor. Bir olaya gönül gözünü açarak yaklaştığımızda sadece zihinsel farkındalık oluşmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal farkındalık da oluşur. Yani o anda duygularımız birlik ve bütünlük içinde keskinleşir, mutluluk, coşku, sevinç ve sevgi gibi duygular belirir. Birliğe ve bütünlüğe ulaşmanın nasıl bir şey olduğunu bilgelerin bilgesi Yunus Emre şu şekilde dile getiriyor:

Nitekim ben beni buldum.
Yakîn bil ki BEN’i buldum.
Korkum onu buluncaydı,
Şimdi korkudan kurtuldum.

Ben kimseden korkmazam
Ve bir zerre kayırmazam.
Ben şimdi kimden korkayım,
Korktuğum ile bir oldum.

Azrail gelmez yanıma,
Sorucu gelmez sineme,
Bunlar benden ne sorarlar,
Onu sorduran ben oldum.

Ben onca haçan olam,
O’nun buyruğunu buyuram,
O geldi gönlüme doldu,
Ben ona bir dükkân oldum.

Canlılar bizden el alır,
Cansızlar eri ne bilir?
Hem verirler, hem alırlar,
Ben bir ulu Divân oldum.

Yunusa Hakk açtı kapı,
Yunus Hakk’a kılar tapı,
Benim için devlet bâki,
Ben kul iken sultan oldum.

 İlmen Yakîn, Aynen Yakîn ve Hakken Yakîn
  Birinci mısrada “Yakîn bil ki BEN’i buldum” sözleri oldukça derin bir anlam taşıyor. Yakîn sözü “kesin olarak biliş” demek olup, üç çeşit yakîn durum vardır. Bunlar: İlmen Yakîn, Aynen Yakîn ve Hakken Yakîn durumlarıdır. İlmen yakîn akıl ve mantık yoluyla elde edilen bilgi türüdür. İlim sözü sadece pozitif bilimler için değil, aynı zamanda hukuk ve din bilgisi için de kullanılırdı. Eskiden âlim denen kişi birçok dallarda uzmandı, bugünkü gibi bir tek konunun uzmanı değildi. Bu geniş bilgi dağarcığına rağmen bilge kişiler âlim olmayı bilgelik yolunun ilk kademesi olarak görürlerdi.

  Bir üst bilgi durumu olan “Aynen yakîn” bilgi akıl ve mantıkla değil, gözle görünen ve duyularla elde edilen bilgi türüdür. Her ne kadar “ayn” göz demek olsa da bu tür görüş kulaktan dolma değil, “kesinlikle ve tamamıyla” şüphe içermeyen ve kapsayıcı bilgi türünü tanımlıyor. Üçüncü düzey Hakken Yakîn en üst bilgi düzeyidir ki bu bilgi Tanrı ile bütünleşince, Tanrı bilincinde yok olunca elde edilen bilgi türüdür. Yunus’un “Yakîn bil ki BEN’i buldum” sözü “kesinlikle, şüphe etmeden bil ki ben, asıl BEN olan tözle bütünleştim”. Yani Allah’ın birlik bütünlüğü içinde yok olarak Hakken yakîn boyutuna eriştim, demek istiyor. Bu boyuta ulaşanlar şiir yazmazlar, şiir olurlar. Bu durumu da “ben bir ulu divân oldum” sözleriyle ifade ediyor. “Divân” şairlerin tüm şiirlerini topladıkları kitaba denir. Günümüzde antoloji sözünün karşılığıdır. Kendisinin basit bir şiir kitabı olduğunu söylemiyor. “Ulu divân”, yani yüce ve fizik ötesi, metafizik bir şiir kitabına dönüştüğünü söylüyor. Aynen Yakîn boyutuna “şehadet boyutu” da denebilir. Zira, bu bilgi düzeyinde insan şahit durumundadır. Müşahede; görmek, temaşa etmek, yakından gözlemek demektir. Şahit olan kişiye de müşahit denir. Tasavvufta müşahede “Hakk’ın temaşası” anlamını da taşır. Müşahede istekle değil, farklı bir âleme sıçrar gibi, zihnin aniden açılmasıyla gerçekleşir. Daha ileri boyutta gören ile görülen bir olunca Hakken yakîn durumu oluşur. Sufi kişiler seyri sülûk (gelişim süreci) sırasında bu gibi haller yaşarlar ama bu gibi durumlardan söz etmeyi sevmezler. Çünkü bu gibi durumları açıklamak bir kibir alameti olarak kabul edilir.

  Hakken yakîn olanlarda bir manevi aşk durumu belirir. Birçok Anadolu bilgesi şiirlerinde manevi aşkı dile getirmişlerdir. Bakın İsmail Emre nasıl söz ediyor: 

Aşka düşünce yürek,
Aşıklara hayrandır.

Her daim der “göreyim”,
Allah bana aşkı ver.
Bu aşk olunca yoldaş,
Biz o aşktan yanayız.

Hızır ettirir yardım,
Cananım emredince,

Sardım nice yaralar.
Yara iyi olunca,

Aşık aşka düşünce,
Hakk etmiş bize nasip.

  Kendi yaşam felsefesini bakın İsmail Emre nasıl anlatıyor:

Adım adım geçer hayatın yolu.
Durmadan yürüyor her gelen kulu.
Aslına kavuşur burada bırakır,
Ananın karnında verilen çulu.

Bu dünya hazmeder, bırakmaz izi,
Dalgaya benziyor seyret denizi.
Durmaz davet eder kendi diliyle,
Uyandırmak ister, her daim bizi.

Hayat yolu varır Dosta dayanır.
Ona ecel derler, varan uyanır.
Kimi bu dünyayı sever, haşrolur.
Kiminin gözleri Dosta boyanır.

Varıp yetişenler sana salimmiş,
Bizlere bildirilen aşk ve ilimmiş.
Celalinden doğar yedi cehennem,
Sekiz cennet denen: “Kalb-i salim”miş.

Bilinse nûr olur, verilen âza,
Cenette verilmez kimseye ceza,
Emre’nin arzusu hiç bir şey değil,
Senden istediği, daima rıza.

  İsmail Emre yüzyıllar sonra Yunus Emre geleneğini yaşatmış bir şairidir. Burada kendinden söz ederken aynen Yunus Emre konuşuyor sanırsınız.

Fâni oldum eserim yok,
Benim benden haberim yok,
Dilimden söyleyen Hakk’tır,
Söylemeğe ezberim yok.

  Bu dörtlüğünde “benim benden haberim yok” derken, şiirlerini akıl ve mantıkla değil, tümüyle sezgi ve teslimiyetle, kendini bir kanal yaparak söylediğini ifade ediyor. Kendi söylemiyor, dilinden söyleyen Tanrı oluyor. Yunus Emre da aynı şeyi söylemiş:

Yunus değil bunu diyen,
Kendiliğidir söyleyen
Kafir olur inanmayan,
Ahir, evvel, heman, benem. 

İsmail Emre devam ediyor:

Nereye gitti benliğim,
Bilmiyorum acep kimim,
Bir âciz-i biçareyim
Benden diyen, daim Âlim.

  Burada âlim sözü Tanrı’yı belirtiyor. Aciz ve biçare kavramı tasavvufta önemli yer tutar. Yunus Emre de benzer şekilde şunları söylemiş:

Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost elinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi.

  İsmai Emre kendi varlığının Tanrı varlığı içinde eridiğini şu sözlerle ifade ediyor:

Varlık kalmadı zerrece,
Ne gündüz kaldı ne gece,
Okuyorum, harf canlandı,
Oldum âlim etmem hece.

  Varlığından sıyrılınca harf canlanıyor. Yani sözlerin içsel gizli anlamları belirgin oluyor. Asıl gizli hakikate ulaştığını söylüyor, İsmail Emre. Yunus Emre de benzer şekilde:

Yiğirmidokuz hece, okursan uçtan uca,
Sen elif dersin hoca, manası ne demektir?

  İsmail Emre bilge bir kişi olarak an’da yaşıyor. Zamanın insanın belliğinden türeyen bir hayal ürünü olduğunu biliyor ve şöyle diyor:

Kitapları kâğıt değil,
Bu yandığım ağıt değil,
Dışım yanar içim güler,
Her zaman ân, vakit değil.

Doç. Dr. Haluk BERKMEN

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap