10/13) MANAS’IN BÜYÜK GAZASI

Yayin Tarihi 9 Mart, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

BÜYÜK GAZA

Katagan hanı Koşoy’un karargahı. Bu meşhur karargah han yolu olarak biliniyordu. Han Koşoy’un kurdurduğu yüksek kaleli bu şehir, Kaşgar, Semerkant, İstanbul, Mısır, Altı Şehir ve Kara Şehir arasında dolaşan tüccarların, yolcuların ve kervanların uğrak yeri idi.

İlkbaharda hayvanlar taze otlarla doyarken; Koşoy ilkyaz otlağında yatarken altı han hiç haber vermeden kardeş oğlunun büyüğü Er Töştük’ün ziyafetine gideceğiz diye geldiler.

On üç han Kökötöy’ün aşında Manas’a karşı kargaşalığı başlattıklarında Koşoy onları sözle caydırmıştı. Yedi han koşoy’un sözünü dinleyerek Manas’a dokunmamaya yemin etmişti. Han koşoy öteki altı hanın nasihatı almadığını farketse de büyüklüğünü gösterip onları çadıra altı, kısrak kesip, kımız şarabıyla ağırlayarak usulüyle karşıladı.

Dönüşünde altı han toplanıp, Kökötöy’ün aşında Manas hakkında ortaya koydukları şikayeti tekrar dile getirince Er Koşoy hiddetten kendini tutamadı.

“Ey, akıllı hanlarım, söz dinleyin yavrularım. Benim gibi ak sakallı ihtiyarı üzmeyin, fazla ağlatmayın. Kökötöy’ün aşında saçmalamıştınız. Söyledikleriniz orada kalır sanmıştım. Beni dinlemediniz. Öyle yiğit iseniz Manas’ı öldürün bakalım! Gücünüzü kuvvetinizi biliyorsanız sakin olun, Manas’a dokunmayın. Gök yeleli bozkurt bilirse, cezanızı verir” dedi ihtiyer Koşoy yerinden kalkıp.

Altı han kuşluk vaktiyle Er Töştük’ün ziyafetine gitmek için yola koyuldular. Yer altından çıkışı münasebetiyle büyük bir ziyafet veren, kendini Manas’tan eksik görmeyen Kıpçak han Er Töştük Kebez-Dağ’daki Sarı-kol vadisine sahiplenmişti.

Aynı atanın oğulları olan altı han, yani Kazaklardan Er Kökçö, Taz’ın oğlu Ürbü, Buudayık’ın oğlu Muzburçak, Andıcanlı Sancıbeğ, Eştek’in oğlu Camgırcı ziyafet veren Er Töştök’ün beyaz çadırına geldiler.

Bahadıra fenalık besleyen altı han, tulumdan bal, kımız ve şarap içip yedi gün yatarak nasıl bir kavga çıkarıp Manas’tan öç alacaklarını düşündüler. Hanlar geveze Ürbü’nün söylediğini uygun bulup ona inandılar.

“O meşhur Manas’ı güreşip yenecek kuvvetimiz yoktur. Bunun yerine safdil Manas Manas’a :

” Kırgız Kırgız olduktan beri Kakançin’den ne zamana dek kaçıp yaşayacağız? Büyük bir gaza yapma zamanı geldi. Bahadır isen koş korkak isen kork” diye hep beraber söyleyip kışkırtalım. Danışmanlarını dinlemeyen Manas, yağmaya başlarsa başını kurtaramaz, askerleri dağılır, ineğin tüyü kadar çok olan Çinliler ona yenilmez. Kalmuklar da işin içinde olur, o zaman büyüklük taslayan Manas’tan hesap soracağız” dedi Er Ürbü.

“Bu kez kalabalık askerle Manas’ın avuluna ansızın girelim, bir korkutalım, konuk ağırlatıp bıktıralım, yemeklerini doyasıya yiyelim, kalabalıkta saldırıp gözdağı verelim. Birlikte iş görelim. Rehberlik taslayan o meşhur efendiyle dövüşürse dövüşüp, durursa duralım, bizim kim olduğumuzu bilsin, kendimizi bir gösterelim. Böylece öcümüzü alalım” dedi Eştek’in oğlu Camgırcı.

Altın han ak boz kısrağı kurban kesip, bileğinden kan çıkarıp, ellerini kana bandırarak “kaçanın kanı dökülsün ” diye hep birde bağırdılar.

“Vaadinden sapanı gök lanetlesin!”

Altı han sözde usta bir yiğidi seçip mektup yazdırdılar. Mühürlerini basıp mektubu eline vererek kulağına tenbih ettiler:

“Manas’ın karargahına gidin. Manas yalnızsa selam verin. Evini kamçı çalarak girin. Bağıra bağıra söyleyin. Bir şey söylerse tersleyin! Arkanızda biz varız, korkmayın!”

Kuduran altı hanın altı eçisi atlarını koşturup yedi gün yol yürüyüp Manas’ın Talas’taki karargahına geldiler.

Han karargahı, kapısı altından yapılmış yüksek bir kale idi.

Altın tahtta oturan han Manas’ın sağ yanında otuz iki han, sol yanında kırk bahadır vardı. Bahadır Manas’ın karargahı Albars kılıçlı altı bin asker tarafından korunuyordu. Ayrıca kapı bekçileri vardı. İnsanın ulaşabileceği karargah değildi. Askerlerin heybetini, soğuk yüzünü gören adam aklını oynatırdı.

Altı hanın elçileri bahadır Manas’ı hep ordu başında, savaşta görmüşlerdi. Karargaha geldiklerinde Bahadırdan çekindiler. Manas başımıza neler getirir diye korktular.

Altı hanın elçileri ne yapacaklarını şaşırıp Er Manas’ın yanına girmeye cesaret edemeden şaşırıp kaldılar.

Kapıcı başı Cooronçu bunların elçi olduğunu öğrendikten sonra Han Manas’a eğilerek söyledi:

“Yüce efendimiz, altın karargaha uzaktan altı elçi geldi. Hana söyleyecek sözümüz, verecek mektubumuz var diyorlar. Nereden geldiklerini söylemediler. Bindiği atlarına bakılırsa Kaşgardan gelmişe benziyorlar.”

Bahadır Manas bıyıklarını kımıldatarak güldü.

“Ee, Cooronçuğum, onları durumunu kervancılar çoktan ulaştırmıştı, kendilerini kuvvetli sanan altı han danışıp han karargahını basacakmış diye duydum. O hanlardan gelen elçiler düşmanlık için gelen keşifçilerdir. İtip kakmadan girmelerine izin verin. Bir daha elçiliğe gelmez olsunlar! Karargahta gördüklerini hayatları boyunca unutmaz olsunlar!” dedi Bahadır Manas.

Han karargahına davulu çalındı. Karargahtaki on iki bin asker ortada yol bırakıp iki saf olarak dizilip durdular.

Kapı açılıp ordu başı elçileri tertemiz bir uzun yoldan karargaha götürdü. Cesur gibi görünen elçiler aptallaştılar.

Altı eren altı elçiyi arkasına alıp hanın bulunduğu hareme getirip kapıdan içeri aldılar ve başlarına yere değdirip “Han huzuruna varırken eğilip selam veriniz” diye öğrettiler.

Kabaran altı elçinin nefesi kısıldı, dili tutuldu, ağızlarındaki sözler uçup gitti.

Sırayla oturan bahadırları görünce akıllarının kaçıran elçiler dizlerine kadar eğilip usluca selam verdiler.

Oturanlar sadece Bakay onları selamını kabul etti. Tatlı sözlü, akıllı, birkaç dil bilen zeki Acıbay konuştu:

“Ey yiğitler, çekinmeyin, sakin olun! Siz kimseniz? Nereden geldiniz?”

Elçiler konuşamadan ellerini ceplerine sokup, hanlarının verdiği kağıdı çıkarıp arslan Manas’ın huzuruna sundular.

Yemek pişecek bir süre geçinceye kadar kağıdı alan kimse olmadı. Elçiler eğilmiş halde kıpırdamadan bakıp durdular.

Bir süreden sonra altın kemer takan Bahadır Sırgak yerinde kalkıp mektubu alarak bahadır Manas’a iletti.

Kudretli Han Manas, mektubu okuduktan sonra bıyık altında güldü.

“Koşoy amca, benim dediğim gibi oldu. Tahminim doğru çıktı. Sonunda akrabalarımın sırrı bilindi. İşte onların tutumu, mektubu dokunaklı yazmışlar. Gökte aradığımı yerde buldum” dedi bahadır Manas sevinerek.

Manas davul çaldırdı.

“Aziz ihtiyar Koşoy, Bakay amca! Kökötöy’ün aşından bir yıl geçti. Halkıma ziyafet vermek istiyorum, buna ne dersiniz?

Er Koşoy ile danışman Bakay birbirlerine baktılar. Karın erkek mi doğurdu veya Kalmuklardan at mı alındı, ya da baban mı öldü ki ziyafet veresin. Bahadır Manas’ın bunu niçin yaptığı sır idi.

“Bütün halk gelsin. Yarlığım halka ulaşsın!” dedi Manas emrederek

. Bahadır Manas katibe mektup yazdırıp acele ziyafete gelsinler diye aynı kökten gelen akrabalarına altmış yiğidini gönderdi.

Manas hazinesini açtırıp altın ve gümüşlerini sokaklara saçtırıp altı gün boyunca büyük bir ziyafet verdi.

Yedinci gün bahadır Manas altı hanın elçilerine merhamet gösterdi, her birine altın yakalı kaftan giydirip, at verdi.

Şimdi gelen elçiler eşyalarını katıra yükleyip on üç gün yol yürüyerek Kerme-Tağ vadisinde Er Töştük’ün ziyafetinin bitiminde vardılar. Elçiler sırayla oturan büyüklere, görüp geçirdikleri olayları Manas’ın kahramanlığını, beyaz karargahını, kırk çoranın durumunu eksiksiz olarak anlatıp Manas’ın mektubunu verdiler.

Bahadır Manas, mektubunda şöyle yazmıştı: “Ben Manas Han emrediyorum ki, bütün halk kırk gün içinde karargaha gelsin! Gazaya çıkmak isteyen hazırlığını yapsın, bu işe yaramayan yatıp kalsın”.

Bu bir hiledir diye, kimse gitmeye karar veremedi. Gitmeyelim de diyemediler, ya da bir anlam veremediler. Zor durumda kalan hanların yüzleri sarardı. Kederlenerek kaygıya daldılar.

Sırayla oturan bahadırların içinde Eleman’ın oğlu Er Töştük ilk olarak söz aldı :

“Elinin körü altı han, diliniz mi tutuldu, siz Tanrı lanetlesin, rahat yatan Manas’a dokunup huzurunu kaçırdınız. Manas şimdi bizi rahat bırakmaz, ejderin kuyruğuna bastınız. Şimdi Manas’ı ürküttük. Artık iş işten geçmiştir, verdiğiniz sözü tutun. Dökülmeyen kan, ölmeyen can yoktur, ölümden kaçan insan olmaz. Gelin demiş. Şimdi bizim yapacağımız şey kalabalık halkla, on binlerce askerle kahrolası herifin üzerine yürümektir. Yenilsek de yensek de, tevekkülle iş görelim veya hep birlikte ölelim. Birbirimizden geri kalmayalım. Başka yapacağımız bir şey yoktur”.

Altı Han kırk gün içinde kalabalık bir ordu kurup bahadır Manas’ın Han karargahına geldiler.

Bahadır Manas’ın Har karargahı Gökte yanı kaybolduğu yıldızlara göründüğü gece yarısından sonraki bir vakit idi.

Han sarayının kulesindeki nöbetçi muhafızlar beyaz çadırdan bahadır Manas’ın cebesini giyip altın davulu alıp, arslan gibi ileri atılıp büyük kulat’ına binip tek başına çıktığını gördüler.

Okun ulaşabildiği bir mesafedeki Boz Tepe’ye çıkan şık giysili han, elindeki davula mışıl mışıl uyayan dünyayı sarsacak şekilde şiddetle vurdu.

Atın davuldan gümbür gümbür ses çıktı.

Kibirli beyler döşeklerinden fırladılar, beşikteki çocuklar ağladılar, bağlanan atlar oltaya takılan balık gibi sıçradılar. Altın karargah sarsıldı. Lanet olsun, yine kavga çıktı diye bütün millet karıştı.

Tepede sekerek koşan deve gibi kula atın yelesi ve kuyruğu rüzgarda sancak gibi yayılıyor. Bahadırın etek ve yenleri rüzgarda çırpınıyordu, heybeti gittikçe artıp ejder halini alıyordu, suratı kapalı hava gibi soğuk gözüküyordu, böyle iken hangi insan evinde rahat uyuyabilirdi ki. Bakay başta olmak üzere kırk çora cesur Manas’ın karşısına derhal toplandılar.

Başlarını kaldırıp “Bahadır ne iş var” diye sormaya cesaret edemeden beklediler. Han Manas ordusunu alıp Doğuya hareket etti. Kuşluk vakti olmadan karşısında kalabalık bir ordu göründü. Bu altı hanın ordusu idi. Bahadır Manas altı hanın atlanıp yola çıktığını çoktan öğrenmişti.

Karşılarında Bahadır Manas’ı görünce yiğitlik taslayan altı hanın kalpleri ağızlarına gelip atlarından yuvarlandılar:

“Bahadır, hayırlı sabahta çıkan güneşle seni karşıladık. Güneş gibi sıcak merhametine sığınarak dağlara kadar yükselen bayrağını tutup yürüyelim. Niyetimiz bir imiş!” dediler ellerini kavuşturarak.

“Kardeşler, geliniz! Biz sizi bekliyorduk. Koşoy amcamın da katımıyla toplantı yapıp Halkı birleştirelim, büyüğü dinleyelim, yurdun gamını bitirelim” demişsiniz. Buna kurban olayım. İki gün dinlenin! Ondan sonra danışalım.”

“Bahadır Manas, senin sözünü destekliyoruz” dedi Camgırçı. Altı han başlarına eğik suskun suskun durdular.

Manas’ın kırk çorası altı hanın kalabalık askerlerini evlere paylaştırdılar. Hayvanların iyilerini kesip, karın yağından seçtiler. Askerleri yele altı yağıyla yapılan pilav ve şarapla ağırladılar.

Ertesi gün Bahadır Manas altın tahta oturup kırk çorasını, hanları ve bilgiç kılavuzlarını toplayıp kurultay yaptı.

“Hanlarım, şimdi avulda ağırlanıp yatacak zaman değil. Siz refah içinde yaşarken Kakançin bize defalarca saldırıp halkı yağmalayıp gitti. Yedi kuşaktan beri düşmandan korunup geldik, zulmünü çektik. Şimdi bizim ordumuz büyüdü, silahlarımız çoğaldı, kalbimde atalarımızın öcünü alıp Pekin’i bir yağmalasam diye bir arzu vardı. Buna ne dersiniz? Tayin ettiğim müddette altı han hazırlanıp gelmiştir. İzi kaybetmeden, askeri dağıtmadan Pekin’e gazaya çıkalım. Buna ne dersiniz?”

Bahadır Manas öfkeli dururken kimse gitmeyeceğim diyemedi, sonunda :

“Han Manas, senin bir dediğin iki olmaz. Bas dersen basalım, dur dersen duralım. Senin gibi bahadır varken düşmandan korkmayacağız. Sana Tanrı ömür versin!” dedi hanlar.

Altı Han Manas’ı avlamak için çok sayıda askerle gelip şimdi avullarına dönemeden orduya katılmak zorunda kalmalarına içleri yansa da, bahadırın g’zaya atlanacağız dediğini duyunca canlandılar.

“Bahadır Manas’a destek olup, Kakançin’i tamamen yerle bir edelim diye geldik.” Eştek’in oğlu Camgırcı başta olmak üzere altı han Manas’tan korktuğunda ağız değiştirdi.

“Öyleyse mühürünüzü bu k’ğıda basın.” Bahadır Manas katibe yazı yazdırıp hanların mühürünü bastırdı.

Manas yine şöyle konuştu:

“Ey millet, on iki hanın askeri buradasınız. Pekin’e g’z’ya çıkmak için mızrak kullanmada usta balta kullanmada çevik, geri dönmez yiğitleriniz var. İhtiyarım, hastayım, halsizim, atım zayıf diyenler burada kalsın. Ceza verilmeyecektir. Şimdiden ganimet diye, at ile elbiseye meraklanmayın! Gitmeyeceğim diyen varsa şimdi söylesin! Yolda şeytana uyup sözünden vazgeçerseniz başınız belaya girecektir! Kökünüzü kurutup başınızı keseceğim.”

“Bahadır, yoldan saparsak Tanrı lanetlesin! Gök kubbesi başımıza yıkılsın! Kazığın başımıza saplansın!” dedi hanlar.

Bahadır Manas Pekin’e gidecek kalabalık orduyu Talas’a topladı. Karargahtan bir parça uzakta artçı koydu. Soydaş Türk oğullarına, ünlü hanlara altı yürük atlı habercilerle küçük birer mektup gönderdi.

Ordu seksen günde hazır oldu.

Artçı olarak görevlendirilen askerler at oynatıp düşman ile savaşmayı, mızrak, yay ve kılıç kullanmayı, baltayla vurmayı, hançerli elle yumruklaşmayı, butuyla tepmeyi, uçlara ulaşmayı, savaş silahını hazırlamayı öğrendiler. Almambet’in bilmediği yoktu, erenleri başlarına ne gelir, ne gelmez diye gürlenip akan Talas suyundan yaya da, atlı da geçirdi. Sudan korkanı beline ip bağlayıp nehire saldı. Talas’ın suyunu sahile doldurup göl meydana getirerek yiğitlere suda yüzmeyi öğretti.

Pir Davut’un ilhamiyle seksen yaşındaki Döögör usta gündüzlü geceli çalışıp arkadaşlarına silah yaptı.

Bahadır Manas, Altay’dan geldikten beri yer değiştirerek beslediği atlarını esirgemeden askerlerine dağıttı. Her bölük başına kesmesi için bir kısrak, her yiğit başına bir yedek at verdi.

Askerler savaşa çıkacakları günün gecesinde kutsal dağa çıktılar. Atalarının taşa kazılan resimlerini, yazılarını ziyarette bulundular. Kula kısrağı kurban kestiler. Kopuz çalıp, söz ustasının tatlı sözlerini, ozanların söylediği makamları dinleyip kadir gecesini karşıladılar, neşeyle tan attırdılar.

Şafak azıcık sökmeye başlarken davul çalındı. Bu ordu komutanları toplansın anlamındaki bir emirdi.

Bahadır Manas ordunun önünde yürüdüğü zaman şans getiren, düşmana saldıdığı zaman kalabalık askere bedel olan Bakay’ı emir vererek g’z’ya han tayin etti.

Vakit dolup, kalabalık ordunun Büyük Pekin’e yürüyeceği zaman yaklaşırken sevgili yenge Kanıkey hiç uyumadan, yorgunluğunu sezdirmeden amcası Koşoy ile kırk çorayı çağırdı.Önüne bal ve kımızdan yapılan şarabı koydu.

Sefere çıkacağı günün gecesinde sevgili kadın Kanıkey beyaz gerdanlığını takıp kimseye görünmeden Han Manas’ın çadırına girmişti. Gözleri parlamış, sinirlenmiş Kanıkey’i gören Bahadır Manas üzülmüştü.

“Yüce efendim, fazla konuşup işine karıştığım için özür dilerim, büyük g’z’ya atlanırken talihsiz sözümü söyleyeyim. Büyük g’z’ya çıkma diye ısrar ettim dinlemedin. Pekin dünyanın öbür bucağında, beş aylık bir mesafedir. Halkı kalabalık, savunması dayanıklı bir yerdir. Çinlilere kuvvetli halk diyorlar, oraya giden dönmez, gidişi var dönüşü yok yol diyorlar. Askerlerin dağınık ve hemde karışıktır. Buna rağmen gidiyorsun. Yetimler ve dul kadınlar karargahında kaldı. Namussuz, kötü niyetli akrabaların burda kaldı. Benim gibi inleyip ağlayan hamile kadının kaldı. Yüce soylu efendim, gökte uçan kuşu görürsem efendimin esenlik haberi diye umut bulacağım, atan tanı görürsem efendimin gücü diye kuvvet bulacağım…”

“Her seferde böyle yakınıyorsun, Kanıkey. Kadınlığını bırakmıyorsun. Düşüncelerinin, niyetini düzelt. Gitmediğimiz düşman, yenmediğimiz Çin Maçin değil o. Erkek namusu için, ataların intikamı için mahsus bu büyük g’z’ya atlandığında peşimden çekme, yolumu bozma, iyi yolculuk dile!” dedi Bahadır Manas kızarak.

Hanın sözünü dinlediğinde ağlamasını kesip gözlerini yaşla dolduran zavallı Kanıkey gece karargahtan ayrılmıştı.

Bugün gözleri yaşlı Kanıkey yenge hızlı hareketlerle Han Koşoy’un ayağına kapanıp, diz çökerek ona yakası altından, yenleri bakırdan yapılan ok işlemez, mızrak delemez iki katlı zırh şeklindeki özel kaftanı giydirdi.

Katagay hanı Koşoy hayır duasını okudu.

“Umay Ana yardımcı olsun, evladım! Çocuğunu sağlıklı doğursun, evladım! Oğlunu Hızır korusun! Güreştiğini yere sersin! Hızıra yarasın! Kara benekli kaplan yanında yürüsün! Babanın arslanı beyaz kaplan arkandan yürüsün! Alp karakuş önünde ve arkanda dolaşıp uçsun!” kaftan giyen Koşoy amca Tanrıya sığınarak halkın önünde dua okudu.

Han hatunu Kanıkey kederli bir halde, ay gibi yüzünü parıldatarak, altından yapılan takılarını göğsünden oynatarak, bahadırın büyük g’z’ya niyetlendi, atışmada ok işlemesin diye, on iki yılda yaptığı Akolpok’u ona giydirdi, altınla kaplanmış kayış kemir beline kuşattı. Kanıkey’in diktiği Akolpok, boylu poslu, geniş omuzlu Manas’a yakışmış, bahadırlık heybeti belirip mağrur bir hal almıştı.

Bu becerikli Kanıkey hatunun yaptıklarını görüp taş yüreği ezilen bahadır Manas açıkca belli etmese de onu üzmeyeceğine söz verip Umay ana’ya yemin etti.

Kanıkey hazineyi açtırıp, yeşil renkli gök heybeyi getirtip ortaya koydu. Heybeyi açıp kırk çoraya kırk kalpak, kırk şalvar, kırk zırh gömleği giydirdi.

Güzel Kanıkey’in çalışkanlığını bilin ki, o kırk çorayı yazın giymesi için bir takım, kışın giymesi için bir takım elbise hazırlamıştı. Ökçesini oydurup, tabanını kalın yaptırıp, çift çıngırak koydurup giydiği zaman hoş ses çıkaran zili var, ok işlemez çizme yaptırmıştı. Bunları kır çoraya verdi hatun. Çizmeye ilaveten her birine tilki derisinden yapılmış çorap ve kumaştan yapılmış ayak sargısı daha verdi hatun. Yiğitlere iki yıl yetecek kadar çakmak, bıçak, kemer verdi. Kavgada düşmanın yüreğine saplansınlar diye çift tığlı hançer verdi. Yiğitler yorulduğunda, yiyecekleri bittiğinde suyla çalkalayıp içsinler ve canlarına kuvvet gelsin diye çoraların erzağına kurut ilave etti.

Tavus gibi yürüyen hatun, arslan gibi çoraların her birine çoktan beri savaş için alıştırılan, zıpyala duran kırk savaş atı hazırlamıştı. Sağrılarına kaplan derisinden örtü örtüp üzerlerine takımlı eyer yerleşmişti. Onun üzerine su samuru derisinden yapılmış döşek koyup terkilerine de birer gök davul yerleştirdi. Yakası altında örtülmüş, düğmesine gevher takılmış, birer zırhal ve yorulduklarında atlara versinler diye ot konulan haybeyi de eyer kayışına bağlamıştı.

Kırgıl’ın başta olduğu kırk bahadır Kanıkey’den memnundular. Kadın olmasaymış Han Manas’a benzeyecekmiş diyerek sırada durarak başlarını eğdiler.

“Manas Han! Düşmanın üzerine yürü, düşmanın tabanında çiğnensin, askerin eksik olmasın! Bütün bel’lar senden uzakta dursun! Atalarının taşa kazılan ruhları dirilsin, size yardım etsin!” Bütün halk koyun gibi gürültü yaparak gözleri yaşlı halde Tanrıya sığındı.

Her avul sarı başlı beyaz koyun kurban kesti.

Ordu harekete geçti. Davul çalındı.

Koyu doru ata bihen, bol paçalı geniş şalvar, geniş kolsuz kürk giyen Han Koşoy’un yönettiği ordu kapıdan çıktı.

Eline kırmızı mendil alan Kanıkey bahadırların yanındaki Almambet’e:

“Kardeş, bir dakika!” dedi guguk kuşu gibi sesiyle seslenerek:

Bahadır Almambet, hatuna atının dizginini çevirdi.

Zavallı Kanıkey gözlerini yaşla doldurup hıçkırarak Almambet’e şöyle dedi.

“Ayaş, uzun sefere gidiyorsunuz. Kaç günde varacaksınız, kaç günde geleceksiniz, ay ve yılını söyle de git kardeş. Şu vakitte gelecek diye yolunu bekleyeyim. Beyim Manas sana emanet, ayaş. Altın kuvveti yelesiyle, yüce soyul efendimin gücü seninlerdi, ayaş. Dayanacak biricik beyim, yaman düşmana atlandı, onu canlı görebilir miyim, bu bir Tanrının işidir ayaş. Badırın çocuğunu karnımda taşıyorum, bahadır. Yengenin zor günleri geldi. Kara böcek gibi düşman gelirse, başına dağ yıkılırsa, dostunu koru, ayaş. Dostunu düşmana tutup verme, ayaş” dedi Kanıkey atın yelesini tarayarak.

“Ayaş, yol kısa, söz kısa. Söz söyleyene yol uzaktır ayaş. Tanrım bize yardım ederse, yolum muvaffakiyetli olursa, Allah Te’l’ yardımcı olursa, Büyük Pekin’i tarümar edersek bir buçuk yıl olduğunda, tam on dokzu ay dolduğunda karargaha gelip ineriz, ayaş.”

Kırk yiğidin başı Kırgıl davul çaldı. Almambet atını oynatarak gitti.

Mızrakların ucu parlıyor, birbirine değiyordu, askerlerin başları sallanıyor, bayraklar birbirine çarpıyordu, zırhlar parlıyor, askerlerin bellerindeki kılıçlar çağlıyordu, koşu atları yerinde duramıyor, tozlar havaya yükseliyor, yer titriyordu. Ayaklarına üzengiye geçiren erler, yerlerinden kımıldayıp hareket geçtiler.

Ordunun başında Han Bakay gidiyordu, onun arkasında hanların idare ettiği askerler gidiyorlardı. Otuz bayrak taşıyan, üç yüz düdük, üç bin zurna alan kalabalık ordu han yoluna koyuldu.

Tatlı sözlü ve çok akıllı Kanıkey, n’rin belli kırk gelinle avulun civarındaki bir tepede kuğu kuşu gibi dizilip, kırda bayrak taşıyan, tulpar atlarına binen yiğitlerin karaltısı kaybolana kadar sessizce bakıp durdu.

Kalabalık ordunun başında, kırk çorası yanında, elli iki yaşında olan asilzade Er Manas, beyaz atmaca gibi n’r’ atarak gidiyordu. Altındaki Ak-kulası uzmanların uzmanı tarafından denenmiş, göz nûru bir asil hayvan idi.Geyiğin boynu gibi boynunu kıvıran, kurşun gibi duraklamadan koşan hakiki yürük bir at idi. Yeryüzünde onun benzeri yoktu, ağzına geçirilen gem dişleri arasında çatırdıyordu. Dümdüz beli eğiliyor, geceleyin teke gibi koşuyordu. Olukçuklarla kaplanan ön dişleri çelik gibi kısılıyordu, yanına kimseyi yaklaştırmıyordu, başını çevirip bakışı, hareketleri atlardan farklıydı, güzel bir tavırla etrafına bakınarak sağlam adımlarla ilerliyordu, yelmesine rüzgâr yetişemezdi, koşusuna ok yetişemezdi, yüksek sesle bağırsanız sesiniz de yetişemezdi o böyle bir hayvandı.

Ordu üç gün üç gece yol yürüyüp büyük nehire geldiğinde askerler öteye beriye dağılıp, mızraklarını yere saçıp, bayraklarını serdiler, atlarını otlağa bırakıp keçe evi diktiler, yiğitler kaftanlarını şemsiye yaparak uyudular, asker başına bir tane olmak üzere verilen kısrakları kestiler, yenlik yaparak yata kaldılar.

Ordunun sonunda yürüyen Almambet, yiğitlerin böyle rahat yattığını görüp çok kızdı; çoraları ve komutanları satranç oynamakta olan Manas’a kabaca şöyle dedi:

“Bahadır Manas, var mısın? Şikayetimi dinle. Gideceğim Pekin çok uzaktır. Topladığın ollsa olsa üç yüz bin askerdir. Bu kadar askerle kara böcek gbi sayısız askeri olan Çin yurdunu yağmalayacağım diye yeltenip gidiyorsun. Askerlerinin durumu işte böyle, askerler avuçlarını açmış açıl sofram açıl deyip oturuyorlar. Adamlarının hepsi düğüne gidiyormuş gibi kaygısız. Çinlileri uyuyarak bulamazlar, yatarak alamazlar. Yiğitleri böyle bırakırsan askerlerin sana bakır mı, işlerin yolunda gider mi? Çin’e g’z’ya çıkan yiğidin yapacağı iş bu mu? Yolu bilen yiğidin yok. Bekçilik yapan, yer gören, devriyeye çıkıp yol araştıran arslanın yok. Bu g’z’ya katılamam Bahadır! Gideceksen kendin, git, Çinlileri yağmala! Sana katılıp ne edeyim, bana müsaade et, geri döneyim. Sözü uzatıp beni sıkma efendim!” dedi Almambet bozularak.

Almambet’in doğru sözünü dinleyen Manas’da, kırk bahadır da, ihtiyarlar da ses çıkarmadılar. Bir süre sonra Manas fikrini söyledi:

“Almambet kızmakta haklıdır. Bakay amcam ihtiyarlamış olsa gerek, askerleri başıboş bıraktı. Aksakallı Bakay’a gidin. Hanlığını Almambet’e versin” Bahadır Manas Acıbay ile Serek’i gösterdi.

Acıbay ile Serek, tepede çadırda bulunan Er Bakay’a büyük bir korku içerisinde gittiler, amca kahkaha atarak şöyle konuştu:

“Başı olan halkın oğlu, g’z’ yolunu tam olarak bilen Almambet’i kıskanmıyorum. Ben Almambet’i arslan Manas’tan, oğlumdan ziyade severim. Görevimi veriyorum askerlerin başına geçsin.

” Er Bakay katibe mektup yazdırıp, beylik mühürünü bastırdı, hanın kara atının üzerine sadaka olarak halis altın koyup çoraları sevindirip üç atla yolcu etti.

Davul çalınıp, askerler toplandılar. G’z’ ordusunun önünde Manas emir verdi. Iraman’ın Irçı oğlu sefer atına binerek eline kopuz alıp Almambet’in g’z’ ordusuna han olduğunu duyurdu.

Almambet’in han tayin edilmesi orduda gürültü çıkarttı. Kırgızların içindeki Noygutları çoğu onu beğenmedi:

“Er Bakay gibi yoldaşı tahttan indirip başıboş dolaşan; Kalmuklardan, Çinlilerden ve Kazaklardan yer edinemeyen bu adamı han yapmak ne demektir?”

Bazı niyeti bozuk hanlar şöyle dediler:

“İş yeni başladı, daha göreceği var. Manas’a bildirmeden ortalığı ateşleyelim. Han Manas’ı kıl iple boğazlayalım. Ağzına geleni söyleyip, aklına estiğini yapmasının ne olduğunu faketsin! Kiminle dövüştüğünü öğrensin!”

Halkın bazıları hayret ettiler:

“Sersem Kalmuk, halkı ne bel’lara itecek? Bakay’ı kendimiz seçmiştik, bu lanet olasını nasıl çıkarır, şimdi çabalarımız boşa mı gidecek…”

Halk söylese de yalan söylemez derler ya. Hanlık tahtına sahip olan Almambet Çin’in Pekin ordusunu görmüş bir yiğit idi, o sağ yanına doksan hizmetçi, sol yanına almış muhafız alarak orduyu kontrol etti. Asker sayısını yeniden tam olarak aldı, askerleri seçerek ayırdı. On kişiye onbaşı, yüz kişiye yüzbaşı, bin kişiye binbaşı konuldu. On bini, yani bir tümeni bahadır yönetti. Yüz bine birer bey konuldu. Yüz binlerce kişilik orduya otuz bey, otuz beye birer de sancak verildi.

Almambet adam sayısını aldıktan sonra ilk olarak hanlık emrini verdi:

“Ey, millet, hepiniz dinleyin! Hükümüm iki olmaz. Emrim yalan olmaz. Bundan sonra istediğiniz gibi at kesip, yiyip içip uyumak yok. Önceki gibi, evdeki gibi sohbet kurayım diye düşünmeyin! Üç ay elbiseleri çıkarmadan Doğu’ya yürüyeceğiz. Pekin’in civarında dinleneceğiz. O zamana kadar asker tertibini bozan canından umudun kessin. Yüz kişiden biri kaybolursa, ya da yolda asker boşyere durursa eceli geldi demektir” dedi Almambet her tarafa altmış cellat tayin edip.

Kalabalık orduda huzursuzluk baş gösterdi, herkes şaşırıp şöyle dediler:

“Elinin körü, bu Çinli bizi dinlendirmeden, sıcak güneşte kızartacak. Su içirmeden, yiyecek yedirmeden at üzerinde öldürecek her halde.”

“At kesilmezse, insan yemek yemezse, uyumazsa cesedimizi götürecek Pekin’e? Beyliği Kalmuk’a verip gafil öleceğiz.”

Zavallı halk kaygılansa da ertesi günkü sefere hazırlandı.

Karanlık gidip şafak sökerken Almambet’in davulu dağ deresinde, ot gibi uyuyup yatan orduyu ürkütüp uyandırdı.

On iki hanın kalabalık askeri, saf saf dizilip durdu. Almambetin izin verdikten sonra kalabalık ordu katar halinde hareket etti. Gökte toz zerreceği dahi uçmuyordu, yerde boş yer gözükmüyordu.

Yalın kılıç kuşanıp, tuğsuz mızrak almış, elinde sancakla Sarala adlı atına binmiş, çekik gözlü, çilsiz, beyaz yüzlü bahadır Almambet, kılavuzluk etti. Onun arkasında Bahadır Manas çok yol yürüse de canı sıkılmadan, zaaf göstermeden, sanki şimdi ata binmiş gibi, kasırgadan yaman bayak Kula atının yürüyüşünden zevk alarak geliyordu. Deve gibi iri cins yürük at Ak-kula, tuynaklarını yere batırıp, muskasını göğe sıçratıp, tırnaklarıyla kuma basarak heybetli bir şeklide oynayarak geliyordu. Ordunun arkasını kaplan Bakay sürüp geliyordu.

Sel gibi akan asker gece dahi soluk almadan, çan, zurna çalarak, gündüz de mola vermeden, at kesmeden, uyumadan, çölde on gün yol yürüdü. Duraklamaya izin vermedi Almambet. Kalabalık ordu, ıssız bucaksız çölde atlarına dayanarak, yolda uyuyarak, gözlerine kum, ağızlarına toz dolarak, kuvvetten düşmüş vaziyette on gün yol yürüdü, atlar yoruldu, yiğitlerin gözleri kamaştı. Almambet mola vermedi, kırk günde çölü arkada bırakıp, geniş Altay’ın dağlarına dayandılar. Uygun bir yer olan Kobulduu havzasına gelindiğinde ordunun peşindeki turnaya benzeyen Han Bakay, ordunun önündeki Almambet’e gelip rica etti:

“Yapma Almoşcuğum, orduya mola ver, yiğitler zayıf düştü. Bir mola vermezsek kırılıp biteriz”

Arslan Almambet davul çalarak “mola” diye emrettiğinde kalabalık askerin hepsi birdenbire atlarından kendilerini aşağıya attılar. İşte o zaman bütün halk, yol azabının mezar azabı olduğunu anlamıştı. Bazılarının attan inecek kuvveti kalmamıştı. Bazıları bükülüp kalmıştı ki, atlarından yuvarlanıp yerde yürüyemeden duruyorlardı. Baltasına yaslanarak uzanıp yatanlar çoktu. Dayanıklı, kuvvetli olanlar yemek pişirip, kısrak kesip yeyip yattılar. Canı sıkılan yiğitler eğlenmeye başladılar.

Bahadır Almambet, atları dinlendiriyor, kaçan atları toplamaya çalışıyordu.

“Hey hanlar! Atlar su içerlerse yağır olur, atları bir yere bağlayın!”

Akşama doğru, civarlara nöbetçi, hanlara koruma konuldu, keşifçiler yola koyuldular.

Ertesi gün de Han Almambet erlerin sayısını alacağım, gidip söyleyin, eğer biri eksik olursa başını alırım, diye Iraman’ın Irçı oğlunu haberci gönderdi.

Orduda bir telaş başladı, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, çora başı ve müfrezeler ileri geri koşup, bağırıp çağırıp, Tanrı korusun bu Çinliden diye, askerlerini bulmakta zorlandılar.

Kırk çoranan biri olan Tazbaymat onbaşı idi. Almambet hesap sordu, o kendisiyle beraber on kişiydi, ama birini bulamamıştı. Tazbaymat’ın bir adamı kaybolduktan sonra, yüzbaşı onu alarak binbaşıya götürdü.

Binbaşı tümenbaşına, tümenbaşı Hana götürdü. Tazbaymat hesabında yanılmıştı.

“Elimde dokuzu vardı. Benimle on oluyorduk. Yavrusuna bakan kancık gibi bakıp günde üç kez sayıyordum bunları. Kaybetmişsem kahrolayım! Tanrı lanetlesin!” dedi Tazbaymat elini yayarak.

“Üç yüz bin askerin hepsi sağ iken, senden bir kişinin kaybolması üzücüdür. Hükmüm iki olmaz. Ölüme mahkum edeceğim. Tazbaymat’ı tutuklayın cellatlar!” dedi Almambet kızarak.

Altı cellat derhal başını kesmek için Tazbaymat’ı alıp götürdü.

Bu sırada Er Serek duraklayıp askerlere çevirildi :

“Hey, Baymat’ın onuna sevgili Manas girmiş olmasın, kağıda ber baksana” dedi Er Serek silkinip.

Kağıdı tutan Kadırseyit yazıya baktı ki, Serek haklı çıktı. Bahdır Manas onuncu er olarak Tazbaymat’ın idaresinde idi.

Ölümden sağ kalan Tazbaymat, bahadır Manas’a geldi:

“Ah, bahadırım Manas, senin için az kalsın Çin’li, kellemi alacaktı” dedi Tazbaymat bahadıra bağırarak.

Manas:

“Kurumuş Tazbaymat, burada ‘mirim sensin, unutulan benim. İşini eksik yapıyorsun. Yahu, Serek’e söyleme deyip seni kestirseydim keşke!” genellikle hiç gülmeyen bahadır çok güldü.

“Alp Manas’ı unutan Tazbaymat yiğit midir, y’ Tazbaymat’a darılmayan Manas arslan mıdır?” dedi Serek laf olsun diye.

Geniş derede bülbülün ötmesiyle uyanan Han Manas, nehir kıyısına varıp yüzünü yıkadı. Yorulan yiğitlerin rahatını bozmayayım diye davul çalmadan muhafızlar aracılığıyla Bakay, Koşoy ve Almambet bahadırları, kırk çorayı on iki hanın ‘mirlerini çağırtıp toplantı yaptı.

“Askerler rahat bir soluk alsınlar. Şimdi Kakançin’e, Pekin’e doğru yol alalım. Yolu hangi çora iyi biliyor? dedi Bakay sözünü kısa keserek.

Pekin’e keşif için ben gideceğim diye cesaret eden kimse çıkmadı. Askerler suskun duruyorlardı.

“Yol keşfini bana verin. Orası benim gördüğüm yer, dövüştüğüm halktır” dedi Almambet gülümseyerek.

“Kaç günlük mesafe orası?” dedi Bahadır Manas Almambet’e.

“Gidişi dönüşü iki ay, bahadır” dedi Almambet, “İki ayda gelirim. İki ayda gelemezsem, orda kaderimle ölmüşümdür.”

Manas Sungur kuşu gibi bir hâl alarak, Almambet’in sözünden çok memnun oldu.

“Bahadır Almambet, keşife çıktığında yorulmayan, on iki gün durmadan savaşan yine de koşmaktan bıkmayan Kartküröng’ e binip git. Ayrıca ok işlemeyen elbiseyi giyip git. Erzağını bol al. Yanına çevik yoldaş seç!” dedi Manas.

“Vay efendim, vay!” dedi Bahadır Almambet gürültüyle gülerek ve bükülerek “Yola hançerim yeter, Saralam’a bineyim. Hayvan olsa da sırdaşız değil mi. Bahadır, yanıma yoldaş için Sırgak’ı verin.”

Han Manas buna muvafakat etti.

Er Almambet binbaşı Oşpur’u ordudan buldurdu.

Oşpurum, ordu Ala-Dağ’daki gibi eğlenip yatmasın. Çinli ve Kalmuklarla savaşmak için idman ettirilsin. Kakançin’de dolaşıp savaş hünerini öğrenmiştin. Ben gelinceye kadar askerlere hünerini öğret” dedi Almambet emrederek.

İki yiğit Almambet ve Sırgak, Çin topraklarının keşfi için atlarını seçip, silahlarını hazırlayıp harekete geçmek istediler.

Bütün millet Tanrıya yalvarıp hayır dua etti.

“Karşına düşman çıksa tabanında ezilsin! Atının izi otlarda kalmasın! Düşmanın takibedip ulaşamasın! Sağ gidin, ganimet alarak sağ gelin!”.

İki gök yeleli kurt atlarını sıçratıp yola koyuldu.

Kuş olup uçan, yüksekte dövüştüğünde, düşmana karşı çıktığında gevşemeyen, keşifte duraklamayan, susuz ovada susamayan, gürültüden şaşırmayan, orduya katıldığında kırk gün karnı acıkmayan Sarala’ya binen, gök demirden zırh giyen sırlı mızrağını eline alan, ok işlemez kalkan kuşanan, karanlıkta yürüdüğü zaman bozkır tilkisinin izini kaybetmeden süren arslan Almambet Pekin’e doğru yöneldi. Almambet’in yanında, teketek kavgaya çıktığında heybetinden hiçbir şey kaybetmeyen, ölümden korkmayan, alev gözlü Sırgak vardı. Hiçbir şeyden yakınmaz, keskin mızraklı, başı kalkanlı bir yiğitti.

Kuvvetli iki arslan, uçan kuşlarla yarışıp düşmana farkettirmiden, bulut gibi sessiz, ıssız bucaksız çölü, puhu kuşunun bile uçmadığı kırı takib ediyor atlarını dinlendirip akıl danışıyor, Pekin istikametine doğru gidiyordu.

Tuyundunun Sarı-kıyası’nın civarına gelirken Almambet yoldaşı Sırgak’ı durdurdu.

“Bahadır Sırgak, bir dakika dur” dedi Almambet önüne çıkarak.

Almambet, dizler üzerine oturup el ayalarını gözlerine yaklaştırarak baktı.

“Eyvah!” dedi gözlerinden ellerini almadan Almambet “Sırgakçığım, Çinliler bizi farketmiş. Pis Çinlilerin devriye için koyduğu dağ sırtındaki dağ koçu, çoktan kaçıp gitmiş, ördeğe haber ulaşmış. Şimdi biraz mola verelim.” Yiğitler atlarının gemini çıkarıp otlağa bıraktılar. Yolculuk azığındaki kavut ile kurutu pişirerek yediler. Birbiriyle iyi anlaşan iki bahadır birbirine gençlik yıllarını anlatmaya başladılar.

Kalabalık ordu, rahat bir yere yerleşti. Hastalara bakıldı. Bu yabancı yerde, askerler hergün sayıldı. Yorulan atlar dinlensin, yorulan yiğitler kendine gelsin diye devriyeye asker konup keşiften haber beklenip yatıldı. Oşpur bir türlü rahat edemedi. O, askerlere hünerini öğretmek zorunda idi.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap